HUKUK MUHAKEMESİNDE DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ VE DELİL ÇEŞİTLERİ

HUKUK MUHAKEMESİNDE DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ VE DELİL ÇEŞİTLERİ

Şekli hukukun bir parçası olan 6100 sayılı HMK’nın amaçlarından birini yargılamanın makul sürede bitirilmesi oluşturmaktadır. Bu itibarla kanun koyucu taraf işlemlerinin süresi ve şekli bakımından birtakım kısıtlamalar getirmiştir. Yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlanması için öngörülen hususların en önemlisi, taraflara yapacakları işlemler için belirli bir süre tanınması ve bu sürelerin hak düşürücü nitelik taşımasıdır. 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında vurguladığı üzere: 

HMK'nın 194. maddesiyle düzenleme altına alınan “somutlaştırma yükü ve delilerin gösterilmesi” zorunluluğu; davacı taraf yönünden “Dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119. maddenin 1-f bendiyle “İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” hususunun düzenleme altına alınmasıyla, davalı taraf yönünden ise “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129. maddenin 1-e bendiyle “Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” hususunun düzenleme altına alınmasıyla “iddia ve savunmaya yönelik dayanılan vakıa ve o vakıanın hangi delille ispatlanacağı” hususları birbiri ile bir bütün olarak ele alınmış olup, dayanılan vakıa ve o vakıanın ispat vasıtası delilin aynı anda gösterilmesi zorunluluğu tartışmasız olarak açıklanmıştır. 

HMK’nın 25. Maddesinde düzenlenen taraflarca hazırlanma ilkesi gereği; “Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.” Bu sebeple taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı yargılamalarda deliller taraflarca getirilmelidir. Fakat hâkimin kendiliğinden başvurabileceği bazı delillerin bulunduğu unutulmamalıdır. (bilirkişi, keşif vs.) 

HMK’nın 119/1-f maddesinde dava dilekçesinin zorunlu unsurları sayılmakla, davacıya dava dilekçesinde iddia ettiği her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir. 

Kanunun 129/1-e maddesi de davaya cevap dilekçesinde bulunması gereken zorunlu unsurlar arasında delillere yer vermiştir.

DELİLLERİN HASREDİLMESİ

Bir tarafın, ispatla yükümlü olduğu bir vakıa için bütün delillerini göstermesine ve bundan başka da bir delili olmadığını beyan etmesine delillerin hasredilmesi denir. Delillerin hasredilmesinden sonra yeni delil gösterilemez. 

Davacı dava açarken dava dilekçesinde vakıaların ispatına yarar delilleri bildirmek zorundadır. HMK’nın 119/f bendi bakımından iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği dava dilekçesinde belirtilmiş olmalıdır. Bu durum aynı zamanda somutlaştırma yükümlülüğünün bir gereğidir. Davalı da cevap dilekçesinde delillerini bildirmek zorundadır. 

Fakat bazı deliller dava dilekçesinde belirtilmesine karşın mahkemeye sunulmamış olabilir. Bu noktada HMK’nın 139/ç. Maddesine göre; taraflara ön inceleme duruşması davetiyesi gönderilirken davetiye üzerine, davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği yazılır.” Bu hüküm kanuna 22.07.2020 tarihinde yapılan değişiklikle eklenmiştir. Buna göre taraflar dilekçelerinde bildirmiş olup da sunmadıkları delilleri davetiyenin tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde mahkemeye sunmak zorundadır. İhtara uymamanın yaptırımı ise HMK’nın 140/5. Maddesinde gösterilmiştir. Buna göre; “139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” Denilmiştir. 

 İki hükümden çıkan sonuç tarafların dilekçelerinde bildirmediği delillere dayanamayacağıdır. Dolayısıyla bir delilin ileri sürülebilmesi dava veya cevap dilekçesinde belirtilmiş olmasına bağlıdır. Tekrar belirtmek gerekir ki bu hükümler ancak dilekçelerde belirtilmiş fakat mahkemeye sunulmamış delillerin bildirilmesine ilişkindir.

DELİLLERİN İNCELENMESİ

Delillerin incelenmesi HMK’nın 197. Maddesinde düzenlenmiştir. Kanunda belirtilen haller dışında, deliller davaya bakan mahkeme huzurunda, mümkün olduğunca birlikte ve aynı duruşmada incelenir. Bu kural doğrudandık ilkesinin bir sonucudur. Zorunlu hallerde (HMK197/2) başka yerde bulunan ve mahkemeye getirilemeyen deliller o yerde istinabe yoluyla toplanabilir. 

HMK’nın 197/3. Maddesine göre; delillerin incelenmesi veya beyanların dinlenmesi sırasında taraflar, istinabe olunan mahkemede hazır bulunabilir ve delillerle ilgili açıklama haklarını kullanabilirler. Bu hususu sağlamak için, taraflara incelemenin yapılacağı tarih ve yer bildirilir. Bu davet üzerine taraflar istinabe olunan mahkemede hazır bulunmasalar dahi deliller incelenir veya beyanlar dinlenir. 

Hükümden açıkça anlaşılacağı üzere istinabe olunan mahkemenin tarafları istinabeden haberdar etmesi gerekir. Aksi takdirde hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Konuya ilişkin bir Yargıtay kararında aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur: 

“Mahkemenin bozma kararına uyarak feshe gerekçe gösterilen bulaşık makinesindeki arıza ve hasarın oluşumunda davacının (birleşen dava davalısının) kusurlu olup olmadığı, kusurlu ise oranı ve zarar miktarı konusunda bilirkişi incelemesi yaptırması, bu amaçla HMK'nun 197. maddesi uyarınca istinabe yoluna başvurması doğrudur. Ancak HMK'nun 197. maddesinin açık hükmüne rağmen, istinabe olunan mahkemece, davacı (birleşen dava davalısı) ve/veya vekilinin keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılacak günden haberdar edilmeksizin yokluklarında işlem yapılarak hukuki dinlenme hakkının kısıtlanması, bu yöne dair davacı (birleşen dava davalısı) vekilinin itirazlarının dikkate alınmaması hatalı olmuştur.” Y7HD. 2016/7814 K.

SONRADAN DELİL GÖSTERİLMESİ

Yukarıda belirttiğimiz üzere delillerin gösterilmesine ilişkin düzenlemeler yargılamanın hızlı bitirilmesine yöneliktir. Bu itibarla HMK’nın 145. Maddesinde; “Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler.” Hükmüne yer verilmiştir. Aynı maddede bir istisnaya da yer verilmiştir. Buna göre; bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir. 

Burada tarafların herhangi bir delil bildirmediği durumları ayırmak gerekir. Şayet taraflar dilekçelerin teatisi aşamasında herhangi bir delil göstermezlerse 145. Madde hükmünden faydalanamazlar. Nitekim Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2020/5966 K. Sayılı kararında aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir: 

“Tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. Bu sebeple 145. maddede belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır. Keza, tarafların 145. madde şartları oluşmadan sonradan delil sunması ya da kanun yoluna başvururken bu şekilde delilleri dilekçesine ekleyip vermeleri kabul edilmemelidir ( Özekes,Pekcanıtez Usul, s.1339 ). 

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; 6100 Sayılı HMK'nın sistematiği içinde; tahkikat aşamasına geçilmeden evvel tarafların uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap ) aşamasına hasredilmiştir. Buna göre, 145. maddesiyle getirilen istisnanın, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesi aşamasında herhangi bir delil bildirmeyen davacı veya davalıya ön inceleme duruşmasında delillerini bildirmesi için yeni bir süre verilmesine imkân tanınmasını içermemektedir.” 

Burada son bir hususa daha değinmek gerekir. Taraflar hâkimin izniyle dahi ikinci tanık listesi veremez.

HUKUKA AYKIRI DELİLLER

İspat hakkının düzenlendiği HMK’nın 189. Maddesinin ikinci fıkrası “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.” Şeklindedir. 

Aynı maddenin gerekçesinde ise şu ifadeler kullanılmıştır: 

“İkinci fıkra ile, ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukukî çerçevesi çizilmiş, bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş deliller olması esası getirilmiştir. Fıkrada öngörülen düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle, yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re’sen göz önüne alınması ve delilin her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi hâlinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir. Bu hususta mahkemece re’sen karar verilebileceği hususu dördüncü fıkra ile öngörülmüştür.” 

Hukuka aykırı delillerin kullanılması kesin bir dille yasaklanmış ve bu durumun hâkim tarafından kendiliğinden gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2017/2577 K. sayılı kararında yasak delillere ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerde bulunmuştur. İşbu kararın ilgili kısımları aşağıdaki gibidir: 

01.10.2011'de yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “İspat hakkı” başlığını taşıyan 189/2. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delilerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. 

Böylece Hukuk Yargılamasında da ispat hakkının delillere dair yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması, eş söyleyişle yasak delil niteliğinde olmaması esası getirilmiştir. 

Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re'sen göz önüne alınması ve bu delillerin hukuken meşru yol ve yöntemlerle elde edildiği, delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespiti halinde, diğer tarafça bu konuda itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece bu sunulan delillerin caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir. 

Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin yargılamada değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 Sayılı CMUK'nda gerekse de 5271 Sayılı CMK'nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 Sayılı CMUK'nun 254/2. maddesinde "Koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.” denilmiş, 5271 Sayılı CMK'nun 206/2-a maddesinde "ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak elde edilmesi halinde reddolunacağı" düzenlendiği gibi Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlandığından ve bu Anayasal kural, her ne kadar, ceza yargısına dair gibi görünse de, tüm yargı çeşitleri, bu arada adlî yargı bütünü içinde yer alan hukuk yargısı bakımından da geçerlilik taşıyan bir düzenleme konumunda olduğu, yargısal uygulamalarda kabul edilmiştir. 

Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizliliği diye ifade edilen ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin, kişinin özel hayatı cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun söz konusu delil ceza mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira, hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder. ( Öztürk, B.Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları, Ank.1995, s.116 vd. ) 

6100 Sayılı HMK öncesindeki yargısal uygulamalarda somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde yargılamada kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Ancak, Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile Anayasanın 38/6. maddesindeki hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağı yolundaki düzenleme ve yukarda açıklanan 6100 Sayılı HMK' nun 189/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla, hukuka aykırı ( yaratılmış veya elde edilmiş ) delillerin hiçbir şekilde ispat aracı olarak kullanımı artık mümkün değildir. 

Bir delilin mahkemece kabul edilmesi için, o delilin usulsüz ve hukuka aykırı olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesi şarttır. Yasak delilin kapsamına hukuka aykırı bir şekilde yaratılan deliller ile hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen deliller girdiğinden artık bu kapsamda kabul edilen deliller hiçbir şekilde hukuka uygun ve meşru bir delil olarak kabulü olanaklı değildir.

DELİL ÇEŞİTLERİ

Delil, bir maddi vakıanın vuku bulup bulmadığına hâkimi inandırmaya yarayan ispat vasıtasıdır. Medeni Usul Hukuku delilleri kesin (kanuni) ve takdiri delil olmak üzere ikiye ayırmıştır. 

Kanuni delil ile hâkimin böyle bir delilin varlığı halinde takdir hakkını kullanamayacağı deliller kastedilmiştir. Kanuni delilin varlığı halinde vakıa ispatlanmış kabul edilir. Fakat kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hâkimin kesin delille bağlı olmadığı unutulmamalıdır. 

Takdiri deliller ise hâkime takdir yetkisi tanıyan delillerdir. Hâkim delilin vakıayı ispat edip etmediğini takdir eder. 

Kesin deliller şunlardır: 

1- İkrar. 

2- Kesin hüküm. 

3- Senet. 

4- Yemin delili. 

Takdiri deliller ise şöyle sayılabilir: 

1- Tanık, 

2- Bilirkişi, 

3- Keşif, 

4- Uzman görüşü, 

5- Kanunda düzenlenmemiş olan diğer deliller.

DELİL SÖZLEŞMESİ

HMK’nın 193. Maddesinde delil sözleşmesine ilişkin düzenleme yapılmıştır. İlgili madde aşağıdaki gibidir: 

“Taraflar yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilirler.Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri geçersizdir.” 

Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere: 

Birinci fıkrada, tarafların kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların, başka delil veya delillerle de ispat edilebileceğini kararlaştırabilecekleri ya da belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların, belirli delil veya delillerle ispatı konusunda sınırlama getirebilecekleri kabul edilmiştir. 

Birinci durumda, münhasır olmayan delil sözleşmesi; ikinci durumda münhasır delil sözleşmesi ortaya çıkacaktır. Aynı fıkrada delil sözleşmesinin nasıl yapılacağı da belirtilmiştir. Delil sözleşmesinin önemi sebebiyle, yazılı olması veya tutanağa geçirilecek beyanların imzalanması suretiyle yapılabileceği kabul edilmiştir. Delil sözleşmesinin, ancak açıkça yapılabilmesi karşısında, zımnî delil sözleşmesi yapılması mümkün değildir. 

İkinci fıkrada, delil sözleşmesinin sınırları belirtilmiştir. Delil sözleşmesi, ispat hakkını doğrudan ilgilendirdiğinden bu konudaki sınırların da ortaya konulması gerekir. Özellikle uygulamada zaman zaman güçlü olan tarafın, diğer tarafın ispat hakkını tamamen ortadan kaldıracak veya güçleştirecek nitelikte onu delil sözleşmesi yapmaya zorladığı görülmektedir. Bu sebeple, taraflardan birinin ispat hakkını kullanmasını imkânsız kılan veya fevkalâde güçleştiren delil sözleşmeleri geçersiz sayılacaktır. 

Uygulamada delil sözleşmelerinin genellikle eser sözleşmelerinin eki olarak yapıldığı görülmektedir. Tarafların teknik şartname, yapım işleri genel şartnamesi gibi ekleri sözleşmenin eki sayarak imzaladıkları durumlarda artık delil sözleşmesinin varlığından söz etmek gerekir. Yargıtay da birçok kararında bu duruma işaret etmektedir. 

“Taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 8.2.1.1. maddesinde, Yapım İşleri Genel Şartnamesi, sözleşmenin ekleri arasında sayılmıştır. Anılan şartnamenin geçici hakediş raporlarıyla ilgili 39. maddesinin 3/e ve kesin hakediş raporuyla hesap kesilmesi başlıklı 40. maddesinin 9. bendi gereğince yüklenicinin hakedişlere itirazı olduğu taktirde karşı görüşlerinin neler olduğunu ve dayandığı gerekçeleri idareye vereceği ve bir örneğini de hakediş raporuna ekleyeceği dilekçesinde açıklaması ve hakediş raporunu idareye verilen ... tarihli dilekçemde yazılı ihtirazî kayıtla cümlesini yazarak imzalaması gerektiği, yüklenici itirazlarını bu şekilde bildirmediği taktirde hakedişi olduğu gibi kabul etmiş sayılacağı belirtilmiştir. Anılan şartnamede yapılan bu düzenleme 6100 Sayılı HMK'nın 193. maddesi gereğince delil sözleşmesi niteliğinde olduğundan, görevi gereğince mahkemeler ve temyiz halinde Yargıtay tarafından kendiliğinden göz önünde tutulur.” Y15 HD. 2018/872 

“Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan hakediş kesintisinin tahsili istemine ilişkindir. Olayda kesintinin yapıldığı kesin hakediş temlik eden yüklenici tarafından ihtirazî kaydı ile şeklinde yazılarak imzalanmış olup, hakedişe itiraz dilekçesinin ekli olmadığı anlaşılmıştır. Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nde ara ve kesin hakedişlerle ilgili bu düzenlemeler sözleşmenin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan mülga 1086 Sayılı HUMK'nın 287. maddesi ( 6100 Sayılı HMK'nın 193. ) gereğince delil sözleşmesi niteliğinde olup, tarafları bağlar. Hakim tarafından da re'sen dikkate alınması gerekir.” Y15 HD. 2020/1544 K.