HAKARET SUÇU

HAKARET SUÇU

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının başlangıç bölümünde devletin temel amaç ve görevleri; “Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” şeklinde sayılmıştır. Yine anayasanın 2. Maddesinde insan haklarına saygılı olma ilkesine, Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer verilmiştir. 5. Maddede belirtilen ödevlerden birisi kişinin manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanmasıdır. Bu ödevin bir sonucu olarak devlet, vatandaşlarının şeref ve saygınlığına yönelecek her türlü tehlikeyi bertaraf etmek zorundadır. 

Bu itibarla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun şerefe karşı suçlar başlığını taşıyan 125. Maddesinde hakaret suçuna yer verilmiştir. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere; hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukukî değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır. Böylelikle devletin anayasal yükümlülüğü ceza kanununda yapılan düzenlemeye yansıtılmıştır. 

TCK’nın 125. Maddesinin 1. Fıkrasının 1. Cümlesine göre hakaret suçu; bir kişiye onun şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle işlenebilir. Bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye yönelik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır. 

Kanun 765 sayılı TCK’dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımını kaldırmakla sövmek fiilini hakaret suçunun seçimlik hareketlerinden biri olarak düzenlenmiştir. 5237 sayılı TCK ile şerefe karşı suçların bir arada düzenlenmesi amaçlanmış gibi gözükse de bazı özel tahkir fiilleri ayrı maddelerde düzenlenmiştir. Bu sebeple cumhurbaşkanına hakaret, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama gibi bazı fiillerin ayrı maddelerde özel düzenlendiğini belirtmek gerekir.

HAKARET SUÇUNDA FAİL VE MAĞDUR

Herkes hakaret suçunun faili olabilir. Bu bakımdan bir ayrım yapılmamıştır. Failin gerçek kişi olması gerekir. Tüzel kişiler bu suçun faili olamaz. Basın Kanunu’nda yer alan düzenlemelere göre bazı durumlarda basımcının cezai sorumluluğu doğacaktır. Basımcının tüzel kişi olma ihtimalinde Basın Kanunu’nun TCK karşısında uygulanabilirliği bulunmamaktadır. Bu sebeple tüzel kişilerin hiçbir surette fail olamayacağını belirtmek gerekir. 

Suçun mağduru yönünden de bir özellik aranmamıştır. Herkes bu suçun mağduru olabilir. Tüzel kişilerin hakaret suçunun mağduru olabileceğine dair yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Buna rağmen doktrinde tüzel kişilerin suçun mağduru olabileceği yönünde bazı görüşler ileri sürülmüştür. Kanımızca tüzel kişilerin mağdur sıfatı bulunmamaktadır. 

Suç tüzel kişiliği olan veya olmayan topluluklara karşı işlenebilir. Dolayısıyla topluluğun suçun mağduru olabilmesi mümkündür. Örneğin bir meslek grubuna hakaret edilmesi hakaret suçunun oluşumuna sebebiyet verir. Böylesi durumlarda tek bir hakaret suçu oluşmuş kabul edilir. Topluluğa dahil her bir kişinin şikâyet ve takip hakkı bulunur. 

Yargıtay’a göre eşlerden birine hakaret edilmesi durumunda diğer eşin de hakarete uğradığı kabul edilmektedir.T

TCK 125/5’e göre; kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.Suçun kamu görevlilerine karşı görevleri dolayısıyla işlenmesi hali ağırlaştırıcı sebep kabul edilmiştir. 

Mağdur bakımından en önemli özellik mağdurun belirlenebilir olmasıdır. Bu açıdan bir kişinin lakabını kullanarak telaffuz etmek de hakaret kapsamında değerlendirilir. Bunun dışında hakaretin kime yöneltildiği belirlenebiliyorsa yine suç oluşur. Örneğin herkesçe anlaşılabilecek bir şekilde “malum kişi” ifadesi kullanılarak hakaret edilirse suç işlenir.

HAKARET SUÇUNDA MAĞDURUN BELİRLENMESİ

TCK’nın 126. Maddesine göre; hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksamayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır. 

Yukarıda belirttiğimiz üzere hakaret suçunda mağdur belirlenemiyorsa hakaret suçu oluşmayacaktır. Madde gerekçesine göre; hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun belli veya belirlenmesinin olanaklı bulunması gereklidir. İşte bu maddeyle suçu işleyen tarafından mağdurun kimliğinin açıkça belirtilmediğinde, ne gibi bir durumun varlığı hâlinde ismin belirtilmiş ve hakaretin açıklanmış sayılacağına ait ölçü gösterilmektedir. 

Mağdurun belirlenebilmesi için failin herkesçe anlaşılabilir bir ifade kullanması gerekir. Mağdurun lakabı, ya da bir durum üzerine bir eylemi gerçekleştirdiği bilinen bir kişiye karşı kullanılan “o kişi”, “malum şahıs” vb. ifadeler bu kapsamdadır. Aşağıda paylaşacağımız Yargıtay kararları konunun somutlaştırılmasına yardımcı olacaktır. 

“Sanığın hayvanlarını beslediği M... Köyü muhtarı olan katılan O.'a köy camisinin önünde "... Benim hayvanlarımdan kim rahatsız oldu, boynuzları bir yerine mi battı, beni kim şikayet ettiyse hayvanların boynuzu k...çına girsin, kim şikayet ettiyse lafım ona..." biçimindeki sözler ile hakaret ettiği, bu sözlerin tanıklar tarafından duyulduğu ve her ne kadar sanık hakaret içerikli sözlerinde katılanın ismini zikretmemiş ise de bunun katılana yönelik olduğunun herkes tarafından bilindiğinin tanık beyanları ile doğrulanması karşısında, TCK'nın 126/1. maddesinde düzenlenen; "Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğine ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksamayacak bir durum varsa hem isim belirtilmiş hem de hakaret açıklanmış sayılır." hükmü karşısında, sanığın katılana hakaret ettiğinin kabulü ile hükümlülük kararı verilmesi gerekirken, hakaret içeren sözlerinin katılana yönelik olmadığı şeklindeki yerinde olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,” Y18. CD. K. 2015/3572 

“Katılanın müdür olarak görev yaptığı okulun kantin görevlisi olan sanığın, aynı okulun öğrencisi olan tanığın facebook hesabında paylaştığı “sizin okul müdürüde gözlüklü veya kel mi” şeklindeki gönderinin altına "bizim müdür o... ç..." şeklinde hakaret içerikli sözler yazması biçimindeki eyleminde, sanığın bu sözleri kime hitaben yazdığı hususundaki çelişkili beyanları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, bu sözlerin katılanın şahsına yönelik bulunduğunun anlaşılması karşısında, sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine “TCK'nın 126. maddesinde belirtildiği şekilde mağdurun isminin açıkça belirtilmemiş olması ve söylenen sözün mağdurun şahsına yönelik bulunduğuna dair duraksanmayacak bir açıklık bulunmadığı” şeklindeki yerinde olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi, 2- )Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık lehine CMK'nın 324/1 ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 13/5. maddesi uyarınca maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizdir.” Y18. CD. K. 2015/3760 

“Siyasi parti il başkanlığı tarafından düzenlenen mitingde, parti genel başkanı ve suç tarihinde başbakan olan katılanın konuşma yaptığı sırada sanığın giydiği ve üzerindeki amblem ile “Dikkat itina ile yürütme yapılır” yazılı tişörtü ortaya çıkararak elinde bulunan “$ Hırsız var $” yazılı pankartı açması biçimindeki eylemi katılana yönelik olarak gerçekleştirdiği ve muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek nitelikte olduğu bu sebeple hakaret suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi bozmayı gerektirmiştir.” Y18. CD. K. 2019/30

HAKARET SUÇU NASIL İŞLENİR?

TCK’nın 125. Maddesine göre hakaret suçunun maddi unsurlarını bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek oluşturur. Bu haliyle suç tipinin seçimlik hareketli bir suç olduğunu söylemek gerekir. 

 1- Somut Fiil veya Olgu İsnat Etmek

Hakaret suçunun maddi unsurlarından ilkini bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek oluşturmaktadır. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere; hakaret suçunun oluşabilmesi için, kişiye somut bir fiil veya olgu isnat edilmelidir. Örneğin, kamu görevlisinin bir kişiden bir iş karşılığında belli bir miktar rüşvet aldığı yönünde isnatta bulunulması durumunda hakaret söz konusudur. Kişiye isnat olunan somut fiilin gerçek olup olmamasının, hakaret suçunun oluşması bakımından bir önemi yoktur. Ancak, iddia olunan hususun gerçek olduğunun ispat edildiği durumlarda, fail cezalandırılmayacaktır. Bu konuya aşağıda isnadın ispatı başlığında değinilecektir. 

Hakaret suçunun bu şekilde işlendiğinin ispatı için isnat edilen fiilde belirlilik aranır. Şayet fiilde zaman, yer, konu ve gerçekleşme biçimine ilişkin belirlilik bulunmuyorsa kişiye somut fiil veya olgu isnat edildiğinden söz edilemeyecektir. Sadece değer yargılarını ifade eden sözler bu kapsamda kabul edilemez. Değer yargısı ve olgu isnadı arasında değerlendirme yapılırken AİHM’in belirlediği kriterler gözetilir. Yargıtay CGK’nın yerleşik içtihatlarında belirtildiği üzere; AİHM'e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek "Yeterli bir altyapı"nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir. Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir. 

Fakat değer yargılarına yönelik sözlerin kesinlikle hakaret sayılmayacağına yönelik bir çıkarım hatalı olacaktır. Zira kişiye “hırsız” gibi soyut bir değer yargısı içeren söz söylendiğinde o kişinin rencide olacağı aşikardır. Bu durumda da failin sövme suretiyle hakaret suçunu işlediğini söylemek gerekir. 

Nitekim madde gerekçesinde bu durum; “kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırmadan, soyut olarak yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de hakaret suçu oluşur. Kötü bir niteliği veya huyu ifade eden sözler, somut bir fiil veya olguyla irtibatlandırılmadıkları hâlde, yine de hakaret suçunu oluştururlar. Örneğin, bir kimseye “serseri”, “alçak”, “hayvan” denmesi hâlinde, somut fiil isnadı söz konusu değildir. Aynı şekilde kişiye soyut olarak “hırsız”, “rüşvetçi”, “sahtekâr”, “fahişe” gibi yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de hakaret suçu oluşmaktadır.” İfadeleriyle belirtilmiştir. 

Gelecekte gerçekleşme ihtimaline binaen söylenen sözler somut olgu isnadı olarak değerlendirilemez. Örneğin “bu adam paraya sıkışırsa hırsızlık yapar” gibi bir söylem olgu isnadı olarak kabul edilemez. Fakat burada da sövmek suretiyle hakaret suçu işlenmiş kabul edilir. 

İsnadın, başkasının onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olması aranır. Buradan hareketle eleştiri, yakınma, beddua gibi durumların değerlendirilmesi gerekir. Biz bu değerlendirmeleri aşağıda ayrı başlık altında yapacağız. Fakat burada belirtmek gerekir ki eleştiri boyutunda kalan sözler, beddualar, kaba sözler hakaret suçunun oluşmasına sebebiyet vermez. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref, ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir. 

İsnat edilen olgunun kişinin şeref ve saygınlığını rencide etmesi gerekir. Her somut olay ayrıca değerlendirmeyi gerektirmektedir. Hâkim değerlendirme yaparken örf ve âdet kuralları, mağdurun şahsi sıfatı, suçun işlendiği zaman, ülke kamuoyu gibi kriterleri gözetmek zorundadır. 

İsnadın kişilerin şeref ve saygınlığını rencide edip etmediği değerlendirmesi objektif kriterlere göre yapılır. Yapılan isnadın incitici olup olmadığı zamana, kişiye ve ortama göre değişkenlik gösterebilir. Burada dikkat edilmesi gereken mağdurun gerçekten incinip incinmediği değil, aynı toplumsal hafızaya sahip ve benzer sosyal ve düşünsel konumdaki kişilerin bu fiille ilgili ortak algılamalarıdır. (Murat Kayançiçek, Şerefe Karşı Suçlar, 2008 basım. s. 67) 

2- Sövmek 

Hakaret suçunun bir diğer seçimlik hareketini “sövmek” oluşturur. Yukarıda olgu isnat etme fiilini açıklarken belirli ve ispat edilebilir somut davranışlardan söz etmiştik. Yine değer yargılarına ilişkin açıklamalarda bulunmuştuk. Sövmek eylemi bakımından sadece değer yargısı ifade eden sözlerin kabul edileceğini belirtmek gerekir. Nitekim “sövme, somut bir eylem ya da olgu içermeyen, soyut bir değer yargısını ifade eden ve kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte sözler sarf edilmesidir.” Şeklinde tanımlanmıştır. (Parlar, Ali/Hatipoğlu, Muzaffer, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, Yayın Matbaacılık, Ankara 2007.) 

Hakaret suçunun bu işleniş biçimini sınırlandırmak mümkün değildir. Sövmek suretiyle hakaret suçunun işlenebileceği birden fazla söz ya da davranış bulunmaktadır. Burada belirleyici kıstas mağdurun tahkir edilmiş olmasıdır. Ayrıca doktrinde sözlerin yanında bazı yaralama suçu oluşturan eylemlerin de hakaret suçuna vücut vereceği şeklinde bir görüş mevcuttur. Buna göre; sövmeyi ona yakın başka suçlardan ayırmaya yarayan esaslı unsurun manevi unsur olduğu söylenmelidir. Örneğin tokat atmak yaralamak kastı bulunmadığı sürece sövme olarak kabul edilmelidir. Ancak teorik olarak bu şekilde ifade edilse de uygulamada bu ayrımı ortaya koyabilmek zordur. (Özbek, Doğan, Bacaksız Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler 15. Baskı s.512) 

Kişilerin fiziksel özelliklerinin belirtilmek suretiyle tanıtılması gibi durumlarda da hakaret suçu işlenmiş kabul edilir. Gerekçeye göre; kişinin bedenî arızasını ifade etmekle veya kişiye bir hastalık izafe etmekle de hakaret suçu işlenmiş olur. İzafe edilen olgunun fiziksel ya da psikolojik olması arasında da ayrım yapılmamıştır. Örneğin, kişiye “kör”, “şaşı”, “topal”, “kambur”, “kel” vs. demekle; kişiye “psikopat”, “frengili” veya “AİDS’li” demekle, hakaret suçu işlenmiş olur. 

Sövme unsurunun gerçekleşmesi için failin davranışını belirli kişi ya da kişilere yöneltmiş olması gerekir. Bir sarhoşun uluorta hedef gözetmeden küfretmesi hakaret sayılmaz.Şarta bağlı sövmeler hakaret suçu kapsamında değildir. Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 2016/14515 K. Sayılı kararına göre: 

“Katılanın sanığa göndermiş olduğu mesajda hakkını helal etmeyeceğine yönelik ifadesine sanığın “…bende hakkın varsa Allah rızası için etme, edersen şerefsizsin…” diyerek karşılık verdiğinin anlaşılması karşısında, isnadın şarta bağlı veya bir olasılık halinde dile getirildiği, hakaret etme kastıyla hareket edilmediği gözetilmeden sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi hatalıdır.” 

Sövmek suretiyle hakaret suçu yazı, resim, işaret ya da el hareketleri vasıtasıyla da işlenebilir. Burada zamana ve mekâna göre değerlendirme yapmak gerekir. Eylem kişiyi rencide ediyorsa hakaret suçu gündeme gelecektir. Yargıtay 4. Ceza Dairesi 2006/12542 K. sayılı kararında “Ancak; Belediye Meclis Üyesi olan sanığın meclis toplantısı sırasında başkana hitaben açıkça katılanı kastederek "edep ve terbiyesini bildir" biçimindeki sözlerin katılanı küçük düşürücü nitelikte olduğu, bu sözlerle muhatabın edep ve terbiyeden yoksun olduğunun vurgulandığı ve eylemin görevliye sövme suçunu oluşturduğu gözetilmeden yasal olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,” şeklinde hüküm kurmuştur. 

Bir başka Yargıtay kararında; “Sanık hakkında katılan ...'a yönelik hayasızca hareketlerde bulunma suçundan kurulan hükümde; katılanın beyanları ve CD içeriğinden, sanığın, olayı kameraya çeken katılana karşı pantolonunun fermuarını açmaya çalışarak "al bunu da çek" dediğinin anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin cinsel amaç taşımadığı, TCK'nın 125/1. maddesinde düzenlenen hakaret suçunu oluşturduğu gözetilmeden, hatalı değerlendirmeyle hayasızca hareketlerde bulunma suçundan hüküm kurulması,” şeklinde hüküm kurulmuştur. (Y4.CD K. 2021/13783) 

Hakarete uğrayan kişinin rencide olması gerekmez. Burada fiilin rencide edici nitelikte olması aranmıştır. Dolayısıyla kişinin yaşadığı toplumdaki herhangi birinden daha alıngan ya da daha umursamaz olması suçun oluşmasında etkili olmayacaktır. Bu haliyle belirtmek gerekir ki hakaret suçu bir tehlike suçudur. Fiillerin gerçekleştirilmesi suçun oluşması açısından yeterlidir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere davranışın kişilerin şeref ve saygınlığını rencide edip etmediği değerlendirmesi objektif kriterlere göre yapılır. Yapılan isnadın incitici olup olmadığı zamana, kişiye ve ortama göre değişkenlik gösterebilir. Dikkat edilmesi gereken mağdurun gerçekten incinip incinmediği değil, aynı toplumsal hafızaya sahip ve benzer sosyal ve düşünsel konumdaki kişilerin bu fiille ilgili ortak algılamalarıdır. 

Son olarak belirtmek gerekir ki küfür olarak değerlendirilen sinkaflı ifadeler her surette hakaret suçuna vücut verir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2008/220 K. Sayılı kararına göre; “sinkaf içeren sözler”, ister polis teşkilatının hemen bitişikte bulunan Çiçekdağı ilçesindeki farklı uygulamalarını eleştirmek için söylensin, ister sarhoşluğun etkisiyle söylenmiş olsun, isterse başka nedenlerle dile getirilsin, her zaman ve her ortamda aşağılayıcı ve hakaret içeren sözlerdir. Olayımızda; hakaret içerikli sözler, görevli polis memurlarına ve yine görevlerini yerine getirmeye çalıştıkları için söylenmiş olup, mağdurları doğrudan hedef almasa ve mağdurların mensubu oldukları kurumu da kapsar şekilde daha genel ifade edilseler dahi; bulundukları ortam itibarıyla muhatap polis memurlarını küçük düşürücü ve incitici vurgular içermekte, otoritesini tam olarak kullanmadığı imajını uyandırmaktadır. Bu yönüyle de, yapılan hareket açıkça şerefe saldırı niteliğindedir. 

Beddua Etmek Hakaret Sayılır mı? 

Sövme fiili ile beddua kavramını ayırt etmek gerekir. Aşağıda paylaştığımız CGK kararında bu ayrım şöyle ifade edilmiştir. 

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Öte yandan, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde beddua; "Birinin kötü duruma düşmesini gönülden isteme, bir kimse için kötü dilekte bulunma, kötü dua, ilenme, ilenç", "belâ" ise; "İçinden çıkılması güç sakıncalı durum, büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse, hak edilen ceza" şeklinde tanımlanmıştır. 

Bir kimsenin zarar ve sıkıntıya düşmesini yaratıcıdan dileme mahiyetindeki sözlerin açıkça, kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını içermediği veya sövmek fiilini oluşturmadığı takdirde hakaret olarak kabulü mümkün bulunmamaktadır. 

Bu kapsamda, sadece "Allah belanı versin" cümlesi ile ortaya konulan bir beddua ifadesi, rahatsız edici olmakla birlikte onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil isnadı veya sövme olmaması nedeniyle TCK'nun 125. maddesi anlamında suç olarak kabul edilemeyecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 03.07.2001 gün ve 132-155 sayılı kararında da; "Allah belasını versin" sözünün Tanrısal ceza dileme ve beddua anlamında olup tahkir ve tezyif içerdiğinden söz edilemeyeceğine işaret edilmiştir. YCGK 2014/386 K. 

Görüleceği üzere beddualar sövme kapsamında kabul edilmemektedir. Fakat Yargıtay’ın bazı durumlarda beddua niteliğindeki sözleri hakaret kabul ettiğine de rastlanmaktadır. Bu çelişkili kararlar farklı değerlendirmelere yol açmaktadır. Kanımızca beddua niteliğindeki sözlerin hiçbir durumda hakaret olarak kabul edilmemesi gerekir. Yukarıda belirttiğimiz üzere hakaret suçunun kişiyi tahkir edip etmediği mağdurun gerçekten incinip incinmediği değil, aynı toplumsal hafızaya sahip ve benzer sosyal ve düşünsel konumdaki kişilerin bu fiille ilgili ortak algılamalarına bakılarak belirlenir. Yargıtay mahkeme hakimine “Allah belanı versin” sözünün söylenmesini suç saymışken başka bir kararında aynı sözün suç olmadığı yününde hüküm kurmuştur. Hakaret suçu bakımından öznel değerlendirmelerin yapılmaması aynı çizgide kararlar verilmesi hukuki belirliliğin sağlanmasında faydalı olacaktır. Esasında bu belirlemelerin yapılması “beddua” gibi somut kavramlar bakımından mahkemelerin takdirine bırakılmamalıdır. Nitekim toplumun her kesiminin beddua ile sövme ayrımını yapabildiğini düşünmekteyiz. 

Kaba Sözler Hakaret Sayılır mı?

Hakaret boyutuna varmayan kaba sözler suç teşkil etmez. Konuya ilişkin bazı Yargıtay kararları aşağıdaki gibidir: 

“Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref, ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Olay günü sanığın katılana yönelik söylediği "sen erkek misin..." şeklindeki nezaket dışı ve kaba ifade niteliğindeki sözün katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurları oluşmamıştır.” Y4CD. 2021/2728 K. 

“Sanığın mağdura “kalsın muayene olmuyorum, bu ne biçim doktor, bunu kim koymuş buraya, bunda doktor kılığı yok” şeklindeki ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sanığın mağdura yönelttiği sözler, mağdurun onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı davranış - ağır eleştiri niteliğinde olup hakaret suçunun unsurları oluşmamıştır.” Y18 CD. 2017/8977 

“5237 Sayılı TCK'nın “hakaret” başlıklı 125. maddesinde; “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.” hükmü yer almaktadır.Ceza Genel Kurulu'nun 14.10.2008 gün ve 170-220 Sayılı kararında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır.Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.İncelenen somut olayda; olay günü sanık ...'nın katılana söylediği kabul edilen “senin ailen senin bu çirkef halini biliyor mu” şeklindeki kaba ifade niteliğindeki sözlerinin, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın hakaret suçundan beraatı yerine mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır.” Y4CD 2021/19214 K. 

“Yargılamaya konu olayda, sanığın katılana yönelik sarf ettiği kabul edilen '' siz kimsiniz lan, hakim misiniz, savcı mısınız'' şeklindeki sözlerin, nezaket dışı ve kaba söz niteliğinde olup, hakaret suçunun yasal unsurlarını oluşturmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine, yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,” Y4CD. 2021/18639 

“Olay günü sanığın, icra memuru olan katılanın haciz işlemi yapmak amacıyla eve girmek istemesi üzerine “Burası dağ başı mı? Nereye giriyorsun? Eşkıya mısın?” şeklinde ve kaba hitap tarzı niteliğindeki sözlerin, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması sebebiyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, mahkumiyet kararı verilmesi," gerekçesiyle oybirliğiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.” Y18CD K. 2017/12287

HAKARET ÇEŞİTLERİ

TCK’nın 125. Maddesinin ikinci fıkrası “Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.” Şeklinde düzenlenmiştir. Maddeden çıkan sonuca göre hakaret suçu huzurda ve gıyapta olmak üzere iki şekilde işlenebilmektedir. Yine 125/2. Madde “Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.” Şeklinde düzenlenmiştir. Böylelikle hakaret suçunun mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hali de huzurda hakaretin bir diğer çeşidi kabul edilmiştir.

1- HUZURDA HAKARET

Hakaret suçunun bu çeşidinde mağdur kendisine yöneltilen hakareti anında öğrenmektedir. Bu türde mağdur hakarete bizzat şahitlik etmekte olup herhangi bir aracı söz konusu değildir. Mağdurla failin yüz yüze olması gerekmez. Görsel ve işitsel algılamalar aynı sonucu doğurur. Fakat mağdurun mutlaka doğrudan doğruya hakaret ile muhatap olması yani hakarete tanıklık etmiş olması gerekir. Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2002/16137 K. Sayılı kararına göre; yakınanın evinde uyuduğu sırada, sanığın kendisine yönelik sokaktan söylediği sövme içeren sözlerini duymadığı, olayı sabah eşi olan tanık Kudret Bilir'6en duyduğunun yakınan ve anılan tanık anlatımından anlaşılması karşısında, yüze karşı sövme öğesinin oluşmayacağı gözetilmeden TCY.nın 482/3.madde ve fıkrası uyarınca hükümlülük kararı verilmesi hukuka aykırıdır. 

Hakaret suçunun huzurda işlenmesi halinde suç, mağdurun tahkir edici eylemi öğrendiği anda tamamlanır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere hakaret suçu bir soyut tehlike suçudur. 

Mağdurun ne zaman hazır sayılacağı, öğreti ve uygulamada farklı görüşlere yol açmış, bir kısım yazarlarca, faille mağdurun yüz yüze gelmeleri ve birbirlerini görmelerinin şart olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; öğreti de yazarların büyük çoğunluğu tarafından fiilin doğrudan doğruya mağdurun yüzüne karşı işlenmiş olmasının şart olmadığı, mağdurun fail tarafından söylenen sözleri duyması ve failinde bunu bilmesinin yeterli olduğu belirtilmiş, İtalyan Yargıtay'ı da "mağdur maddeten hazır olmasa bile, suç yerinin şartları dolayısıyla söylenen sözleri fiilen duyacak durumda ise" huzur koşulunun gerçekleştiğini kabul etmiş, ( Manzını'den naklen, Erman-Hakaret ve Sövme Suçları, sh. 103 ) Ceza Genel Kurulu'nun 17.12.1973 gün ve 116/833 sayılı kararında da; "mağdurun yaktığı sobadan evine is dolan sanığın, evin içinde olduğunu bildiği mağdura işiteceği tarzda adi kadın" demek şeklindeki eylemde, sanığın kastının gıyapta hakaret olmadığı, eylemin yüze karşı gerçekleştiği belirtilmiştir. 

Bu konuda uyuşmazlığa yol açan diğer bir nokta ise, mağdurun hazır sayılabilmesi için söylenen sözleri duyması ve anlamasının aranıp aranmayacağı, yada sadece duyma ve anlama olanağının yeterli olup olmayacağı noktasındadır. 

“Öğretide, Prof. S. Erman tarafından; "mağdurun tahkir edici isnatları bilfiil ve aracısız öğrenmesi suçun huzurda işlenmiş sayılması için şarttır" görüşü ileri sürülmesine karşın, ( Erman, Sahir, Hakaret, sh.103 ) Prof. D. Tezcan, "Failin hakaret oluşturan sözün duyulması olanağını yaratmış olması yeterlidir, söylenen sözün fiilen duyulmuş olup olmaması, ağırlatıcı nedenin uygulanması bakımından önem taşımaz" ( Tezcan, Durmuş, Ceza Özel Hukuku, sh.487 ) Prof. D. Soyaslan ise; "huzurda olmak demek fiilen orada bulunmak veya söyleneni duyabilecek, yapılan gösterimi görebilecek durumda olmak demektir." ( Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, sh. 222 ) şeklinde görüş açıklamasında bulunmuşlardır. 

İtalyan Yargıtay'ınca "işitme duyusunun mükemmel olmaması veya yahut dalgınlık yahut mevcut gürültüler sebebiyle, mağdur kendisine yöneltilen isnatların gerçek manasını anlayamayıp, hazır bulunan kişilerden sormak suretiyle bunu öğrenmesi halinde" huzurda hakaretin mevcut olduğu kabul edilmiş, ( nakleden Erman, Hakaret, sh.104 ) Yargıtay 2. Ceza Dairesi de 9.5.1950 gün ve 6580/5451 sayılı kararında benzer şekilde "huzurda yapılan tahkir eyleminde, mağdurun kulağının ağır işitmesinin suçun oluşmasına engel teşkil etmeyeceği" sonucuna ulaşmıştır.” YCGK 2003/25 K.

2- HAKARET SUÇUNUN SESLİ, YAZILI VEYA GÖRÜNTÜLÜ BİR İLETİYLE İŞLENMESİ

TCK’nın 125/2. Maddesinde; “Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.” Denilmiştir. 

Suçun bu şekilde işlenmesi halinde de huzurda hakarete ilişkin hükümler uygulanır. Buna göre hakaret suçu mektup, telefon, telgraf, cep telefonu (ses ya da mesaj ile) ya da elektronik posta yolu ile işlenebilir. Sosyal medya uygulamaları üzerinden gerçekleştirilen mesajlaşmalar ve konuşmalar da bu kapsamda değerlendirilir. 

Hakaretin bu türünde hakaret içerikli sözlerin veya davranışların mağdura gönderilmesi ya da yöneltilmesi gerekir. Örneğin telefon konuşmasının mağdurla yapılması ya da mesajlar mağdurun kendi kullandığı araçlara gönderilmesi gerekir. Üçüncü bir kişiyle yapılan görüşmeler bu kapsamda değerlendirilemez. Örneğin üçüncü bir kişiye gönderilen mesaj hakaret suçunun oluşması için yeterli değildir. Bu durumda gıyapta hakarete ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi ise ihtilat şartına bağlanmıştır. 

Fakat hakaretin sayılan araçlarla işlendiği durumlarda, gönderilen kişinin mağdurla yakın ilişkisi nedeniyle bunları mağdura vereceğinin kesin olduğu durumlarda da huzurda hakaret suçu işlenmiş olur. Basın yoluyla işlenen suçlarda bu kapsamda değerlendirilir.

3- İNTERNET - SOSYAL MEDYA YOLUYLA HAKARET

Hakaret suçunun internet üzerinden işlenmesi haline dair özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Fakat internetin yukarıda belirttiğimiz araçlardan olduğu göz önüne alındığında, mağdura internet vasıtasıyla hakaret edilmesi halinde hakaret suçunun huzurda işlendiği söylenebilir. Hakaret içerikli eylemlerin mağdurun görebileceği şekilde yapılması gerekir. 

 Hakaret içerikli bir tweetin retweet edilmesi halinde olduğu gibi hakaret içerikli bir paylaşımın paylaşılması halinde suç oluşur. Paylaşımların beğenilmesi bu kapsamda değildir. Konuya ilişkin örnek bir Yargıtay kararı aşağıdaki gibidir: 

“Dava, sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret suçuna ilişkindir. Cumhuriyet Savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar, soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa iddianame düzenler. Şüphelinin ad ve soyadının yazılı olduğu @... kullanıcı adlı twitter hesabından müştekiden bahsedilerek paylaşımlar ( retweetler ) yapıldığı, mevcut delillerin şüpheli hakkında hakaret suçunun işlendiği hususunda iddianame düzenlenebilmesi için yeterli şüphe oluşturduğu açıktır. Şüphelinin eyleminin sübut bulup bulmadığı hususu, tüm kanıtların mahkemece birlikte tartışılıp değerlendirilmesi sonucu belirlenmesi gerekmektedir. şüpheli hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar ve bu karara itiraz sonucunda verilen itirazın reddine dair Sulh Ceza Hâkimliğinin değişik iş sayılı mercii kararı hukuka aykırıdır.” Y18. CD. 2019/1445 K. 

İnternet üzerinden gıyapta hakaret suçunun işlenmesi de mümkündür. Failin mağdurun olmadığı bir ortamda hakaret içerikli paylaşımlar yapması halinde gıyapta hakaret suçu oluşacaktır. Bunun için ise ihtilat şartı aranır. Suçun bu haline daha çok gizli sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarda rastlanmaktadır. Bunun dışında herkese açık profillerde yapılan hakaret içerikli paylaşımların huzurda hakaret olarak değerlendirilmesi gerekir. 

İnternet üzerinden hakaret suçunda ayrıca suçun aleniyet unsurunun oluştuğuna yönelik Yargıtay kararları da mevcuttur. Bu halde faile verilecek ceza artırılır. 

Burada ispat sorunu yaşansa da faillerin çeşitli şekillerde belirlenme olanakları bulunmaktadır.

4- GIYAPTA HAKARET

Diğer adıyla ihtilatlı hakaret olarak da bilinen gıyapta hakaret türü TCK’nın 125. Maddesinin ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Burada huzurda hareketin aksine suçun oluşumu mağdur dışında üç kişinin ihtilatı öğrenmesi şartına bağlanmıştır. Madde gerekçesine göre, bu şart izlenilen suç siyasetinin bir sonucudur. 

Gıyapta hareket, kişiye hazır bulunmadığı bir ortamda veya doğrudan haberdar olamayacağı bir surette hakaret edilmesi durumunda gündeme gelir. 

Gıyapta hakaretin cezalandırılabilmesi için, fiilin mağdurun gıyabında ve fakat en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. Bu kişilerin toplu veya dağınık olmalarının suçun oluşumu üzerinde bir etkisi yoktur. Gerekçeye göre; bir veya iki kişiyle ihtilat ederek de mağdura hakaret edilebilir. Bu gibi durumlarda da esasında bir haksızlık gerçekleşmektedir. Ancak, izlenen suç siyaseti gereğince, gıyapta hakaretin cezalandırılabilmesi için, mağdurun gıyabında en az üç kişiyle ihtilat edilerek, yani en az üç kişi muhatap alınarak hakaretin yapılması şart olarak aranmıştır. 

İhtilat kişilerle birebir görüşerek gerçekleşebileceği gibi, üç veya daha fazla kişiye mektup göndermek, telefon etmek, SMS veya e-mail göndermek suretiyle de gerçekleştirilebilir. Ancak ihtilat unsurunun gerçekleşmesi için, failin sözleri en az üç kişinin duyabileceği bir ortamda ve şekilde söylemesi yeterli olmayıp, muhatapların bizzat anlamaları ve vakıf olmaları lazımdır. 

HAKARET SUÇU VE ELEŞTİRİ HAKKI

Kişilere yöneltilmiş eleştirel sözlerin hakaret suçundan bağışık tutulduğunu söylemek gerekir. Fakat eleştiri gerek AİHM kararları gerek Anayasa ve İHAS hükümleri uyarınca ölçülü olmak zorundadır. Zira eleştirel sözler ancak ifade özgürlüğü kapsamında cezasız kalacaktır. Bu ölçütün belirlenmesi için uluslararası normları gözetmek ve anayasal düzlemde değerlendirme yapmak gerekir. 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2020/143 K. Sayılı kararı hakaret suçuna ilişkin genel değerlendirmeleri ve eleştiri hakkının ölçüsüne ilişkin belirlemeleri sebebiyle oldukça önemlidir. Bu kararın ilgili kısımları aşağıdaki gibidir: 

“Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin "olmazsa olmaz şartı" olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur. 

Bu bağlamda; 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 19. maddesinde;"Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malûmat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını gerektirir.", 

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesinin birinci fıkrasında;"Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir." hükümlerine yer verilmiştir 

Anayasamıza bakıldığında;25. maddesinde 

"Düşünce ve kanaat hürriyeti" başlığı altında;"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz." 

26. maddesinde, AİHS'nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde; 

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükümleri yer almıştır. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin olarak; "İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her 'formalite', 'koşul', 'yasak' ve 'ceza', izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır." şeklinde görüş belirtmiştir ( Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976 ). Görüldüğü gibi, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa'nın 25 ve 26. maddelerinde ifade ( düşünce ) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır. 

Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır. 

Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır. 

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. 

Eleştiri ise herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur. 

Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.” 

Basın Yoluyla Hakaret ve Eleştiri 

Eleştiri hakkının sıklıkla basın yayın organları tarafından kullanıldığını belirtmek gerekir. Basın yoluyla hakaret suçunun incelenmesinde de kullanılan ifadelerin kişileri tahkir edici nitelikte olup olmadığının ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşıp aşmadığının irdelenmesi gerekir. Aksi takdirde anayasal bir hak olan haber verme hakkının ihlali söz konusu olacaktır. Bir olayın eleştiri olarak kabul edilebilmesi için aşağıdaki şartları taşıması gerekir: 

1- Olay gerçek olmalıdır. 

2- Olay güncel olmalıdır. 

3- Haberin açıklanmasında kamu yararı bulunmalıdır. 

4- Eleştir ile işlenen suç arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır. 

Ayrıca unutulmamalıdır ki; özellikle gazeteciler bir dereceye kadar abartma hakkına sahiptirler. 

Konunun önemine binaen aşağıda bir Yargıtay kararının daha incelenmesini uygun bulmaktayız: 

“ İnceleme konusu somut olayda; Bizim Antalya Gazetesi ve gazetenin internet sitesinde katılan hakkında yapılan haberler ve yayınlanan röportaj içeriğinde “sizi tehdit ederken M. Bey'in milletvekili yönünü mü kullanıyor", “...... yalan söylüyor..”, " ......'e nasıl bağırdı", " 1 yıl 8 ay hapis cezasını kim aldı", " ... sanığı korudu mu ?”, “Mağdureyi işten neden attı?", “... eşim başbakan yardımcısı seni hapse attırırız diye tehdit etti mi?", " Mağdure..., Ak Parti ile nasıl tehdit edildi?", "Biz Ak Partiliyiz sana iftira atarız" şeklindeki ifadelere yer verildiği anlaşılmaktadır. 

Öncelikle belirtilmelidir ki, haber içeriğinde yer verilen ifadelerin rahatsız edici olduğu açık bir şekilde anlaşılmakla birlikte, haberde yer alan ifadelerin ve haber başlığının, Anayasa ve AİHS ve AİHM içtihatlarında özel bir önem atfedilen, ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. 

İnsanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi ve yayabilmesi olarak kabul edilen, ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. 

Anayasa'nın 26. maddesinde, "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bunun yanında, bu hak, birçok uluslararası belgeye ve mahkeme kararına da konu olmuştur. Türkiye'nin de yargılama yetkisini kabul ettiği AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ( Sözleşme ) 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM'e göre ifade özgürlüğü, yokluğu halinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. 

AİHM, birçok içtihadında Sözleşme'nin 10. maddesinin sadece ifade edilen düşünce veya bilginin esasını değil, aynı zamanda bunların aktarılma biçimlerini de güvence altına aldığını belirtmiştir. Bu anlamda, AİHM içtihatlarında, basın, toplumun sözcülerinden biri olarak kabul edilmekte ve herkesin kamuoyunu ilgilendiren bilgileri edinme hakkı bulunduğu düşüncesiyle, kamuoyunu ilgilendiren konulara dair bilgi ve fikirleri vermeyi sağlayan basın özgürlüğüne ayrı bir önem atfedilmektedir. 

AİHM'e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek 'yeterli bir altyapının' mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürülğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir. 

Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir. 

Sonuç olarak, sanığın genel yayın yönetmeni olduğu gazetede yapılan haber metinlerinde ve sanık tarafından yapılan röportajda kullanılan bazı ifadeler olgusal bir temele sahip değer yargısı niteliğine sahiptir. Bu itibarla somut bir fiil ya da olgu isnat etmek şeklinde kabul edilemezler. Birtakım ifadeler ise somut bir olguya işaret etmekle birlikte, yazı ve röportaj içeriği gerçek bilgilere dayanmakta ve bu bilgilerle diğer kişilerin aldatılması amaçlanmamaktadır. AİHM içtihatlarında da belirtildiği üzere, özellikle gazeteciler bir dereceye kadar abartma hakkına sahiptirler. Yazı ve röportaj içeriğindeki ifadeler, söylendiği yer ve zaman unsurları da gözetildiğinde katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, eleştiri niteliğindedir. 

Aksi düşünce, suçla korunmak istenen değeri ölçüsüz bir şekilde genişletmek ve ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran evrensel hukuk düşüncesiyle bağdaşmayan bir yorum anlamına gelebilecektir. Bu itibarla, hakaret suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine, hükümlülük kararı verilmesi hukuka aykırıdır. Y4.CD. 2021/11709 K.

HAKARET SUÇUNDA İDDİA VE SAVUNMA DOKUNULMAZLIĞI

Anayasanın 36. Maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetinin bir sonucu olarak; herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. 

Anayasaya paralel bir düzenleme de TCK’nın 128. maddesine eklenmiş ve iddia ve savunma dokunulmazlığı bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Tasarı gerekçesinde de bu durum; “madde metninde, bir hukuka uygunluk nedeni olan ve Anayasamızda da güvence altına alınan (madde 36) iddia ve savunma dokunulmazlığı düzenlenmiştir.” Şeklinde ifade edilmiştir. 

128. maddeye göre; yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir. 

İddia ve savunma dokunulmazlığı denince akla ilk olarak yargılama faaliyetlerinde kullanılan sözler ve isnatlar gelmektedir. Yargı mercileri bakımından durum şöyledir; davada taraf olan; davalı, davacı, şahsi davacı, katılan, sanık ve savcının iddianın ve savunmanın gerektiği şekilde yapılabilmesi için belirli koşullar dahilinde bazı isnatlarda bulunabilirler. Bunu yaparken de bazen muhataplarını küçük düşürücü ifadeler kullanabilecekleri öngörülmekle, iddia ve savunmanın gerekliliği ile orantılı olmak şartıyla bu şekilde ortaya çıkan eylemlerin hukuka uygun sayılması gerekir. Fakat iddia ve savunma dokunulmazlığı hakkından yararlanmak için aşağıdaki şartların varlığı aranır: 

a) Eylemin iddia veya savunma niteliğindeki evrak ile yazılı olarak veya iddia ve savunma sırasında sözlü olarak yapılması gerektiği (Şekil şartı), 

b) Eylemin, yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda yapılması (Yer şartı), 

c) Hak kullanılırken sınırın aşılmaması (Ölçülülük şartı). 

Burada özellikle ölçülülük şartının üzerinde durmak gerekir. Şayet iddia ve savunma faaliyetleri kapsamında kullanılan ifadeler ölçüyü aşıyorsa artık hakaret veya iftira suçlarından söz etmek gerekecektir. Dolayısıyla belirtmek gerekir ki sövme fiillerinde iddia ve savunma dokunulmazlığından bahsetmek mümkün olmayacaktır. Yargıtay CGK’nın aşağıdaki kararında söylenen sözlerin sövme olarak değerlendirilmesi ve ölçüyü aşması sebebiyle avukat hakkında mahkumiyete hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir: 

“Somut olayda; davalı vekili olarak görev yapan sanığın, davacının cevap dilekçesindeki delillerini çürütmek maksadıyla da olsa, yeni delilin, davacının aynen diğer delillerinde olduğu gibi "şaibeli, tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş" bir delil olduğunu, herhangi bir bilgi veya belgeye dayanmadan soyut ve aşağılayıcı bir anlatım yöntemiyle ifade etmek suretiyle, "davacının", mütecaviz ve hırsız olduğu yönünde bir değerlendirme yaparak, savunma sınırlarını aştığı ve savunma dokunulmazlığının "ölçülülük koşulunu" ihlal ettiği kabul edilmelidir. 

Bu itibarla, sanığın eyleminin savunma dokunulmazlığı sınırlarını aşarak sövme suçunu oluşturması nedeniyle isabetli görülmeyen direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.” 

TCK’daki düzenlemeye göre yargı mercilerinin yanında idari makamlara yapılan başvurular da iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kalmaktadır. Bunun dışındaki mercilerde iddia ve savunma dokunulmazlığı hukuka uygunluk nedeninden yararlanmak mümkün değildir. Nitekim gerekçede belirtildiği üzere; hukuk toplumunda yaşama hakkına sahip olan herkes, toplum barışını bozucu nitelik taşıması dolayısıyla devletten suç işlenmesinin önlenmesini ve suçluların cezalandırılmasını talep hakkına sahiptir. Bir suçun işlendiğini öğrenen bireyin, bununla ilgili olarak yetkili makamlar nezdinde ihbar veya şikâyette bulunma hakkı vardır. 

Gerekçede devamla aşağıdaki ifadelere yer verilmiş ve iddia ve savunma dokunulmazlığının şartları şöyle açıklanmıştır: 

- İddia ve savunma kapsamında, kişilerle ilgili olarak bulunulan somut isnatların gerçek olması ve yapılan olumsuz değerlendirmelerin somut vakıalara dayanması gerekir. Keza bulunulan somut isnatların veya yapılan olumsuz değerlendirmelerin uyuşmazlıkla ilişkili olması gerekir; ancak, uyuşmazlığın çözümü açısından faydalı olması aranmamalıdır. 

- Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığının varlığından bahsedilemez. Keza, somut vakıalara dayansa bile, uyuşmazlıkla alakası olmayan olumsuz değerlendirmeler açısından iddia ve savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir. 

- Somut uyuşmazlıkla ilgili olmakla birlikte iddia ve savunma sınırını aşan hakareti mutazammın yazı ve sözlerin iddia ve savunma hakkı kapsamında mütalâa edilmesi mümkün değildir. Ancak, bu ifadelerin kullanılmasına müsamaha ile bakılabilir. Çünkü, bu gibi durumlarda iddia ve savunmanın sınırı genellikle öfke ve gazabın etkisiyle aşılmaktadır. Aslında öfke ve gazap hâli, kusurluluğun bir unsuru olan irade yeteneğini etkileyen bir faktördür ve bu durum, kişinin işlediği hakaret suçu dolayısıyla kusurunun tespiti bağlamında değerlendirilmelidir.

HAKARET SUÇUNDA ŞAHSİ CEZASIZLIK SEBEPLERİ

Kanun koyucu hakaret suçunda haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilirliğini kabul etmiş fakat genel hükümlerden farklı özel düzenlemeler getirmiştir. Buna göre hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. 

129. maddenin 2. Fıkrasında ise suçun kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi haline yer verilmiştir. Buna göre; suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez. 

Maddenin üçüncü fıkrası karşılıklı hakareti düzenlemiştir. Maddeye göre; hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. 

Bir diğer şahsi cezasızlık sebebini ise isnadın ispatı oluşturur. Bu sistematikten hareketle her hale ilişkin ayrı başlıklar altında değerlendirme yapılacaktır.

A- HAKARET SUÇUNDA İSNADIN İSPATI

Yukarıda hakaret suçunun seçimlik hareketlerinden birinin isnadın ispatı olduğundan söz etmiştik. Bu suretle gerçekleştirilen hakaret içeren eylemler cezalandırılacaktır. Fakat kanun koyucu bazı durumlarda isnat sahibine cezadan kurtulma şansı tanımıştır. Unutulmamalıdır ki kurtuluş imkânı sadece olgu isnadı içeren eylemlerin varlığı halinde gündeme gelecektir. Sövme eylemleri bu madde kapsamında değerlendirilemez. 

TCK’nın 127. Maddesinin göre; İsnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması halinde kişiye ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi halinde, isnat ispatlanmış sayılır. Bunun dışındaki hallerde isnadın ispat isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır. 

Düzenlemeden anlaşılacağı üzere somut bir fiil veya olgu isnadı suretiyle yapılan hakaret davalarında failin ispat hakkından yararlanabilmesi için aşağıdaki şartların gerçekleşmiş olması gerekir: 

1-İsnadın suç oluşturan bir fiile ilişkin olması, 

2-İsnat edilen fiil ya da olgunun doğruluğunun anlaşılmasında kamu yararının bulunması, 

3-Hakaret suçunun mağdurunun isnadın ispata rıza göstermesi. 

Kanun maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere: 

Madde metninde kabul edilen sisteme göre, isnadın doğruluğunun ispat edilebilmesi için, isnadın bir suç vakıasına ilişkin olması gerekir. Yani kişiye belli bir suçu işlediğinden bahisle hakaret edilmiş olması gerekir. Ayrıca, hakaretin yapıldığı anda isnadın konusunu oluşturan suç dolayısıyla kişi hakkında henüz bir hüküm verilmemiş olmalıdır. 

Bu sistemde, isnadın doğruluğunun ispatı, hakaret suçundan dolayı açılan davanın görüldüğü mahkemede yapılmamaktadır. Hakaret suçunun işlendiğinden bahisle açılan davanın görüldüğü mahkeme, yapılan somut vakıa isnadının bir suç oluşturması durumunda, bu suçun gerçekten işlenmiş olup olmadığının ortaya çıkarılmasını bekletici mesele kabul ederek, bu nedenle açılmış veya açılacak olan davanın sonucunu beklemelidir. İsnadın doğruluğunun ispatı, ancak isnat konusu suç vakıası dolayısıyla açılan ceza davası bağlamında ilgili mahkemede söz konusu edilebilir. 

İsnat konusu suç vakıası dolayısıyla açılan ceza davası sonucunda bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde; isnat ispatlanmış addedilir ve maddenin birinci fıkrası gereğince, hakarette bulunan kişiye ceza verilmez. 

Ancak, hakarete uğrayan, isnat edilen fiil dolayısıyla hakkında açılan davada kesinleşmiş bir hükümle beraat etmişse, isnat ispat edilmemiş sayılır ve hakaret eden kişi cezalandırılır. Hakarete uğrayan kişi hakkında, isnat edilen fiil dolayısıyla takipsizlik kararı veya açılan davada düşme kararı verilmiş olması hâlinde de; isnadın doğruluğu ispat edilmemiş sayılacaktır. 

Maddenin ikinci fıkrasına göre; kesin hükümle sonuçlanmış bir davayla işlendiği sabit görülen bir fiilden bahisle kişiye hakaret edilmiş olması hâlinde, cezaya hükmedilir. Böylece, daha önce işlediği bir suçtan dolayı mahkûm edilmiş olan kişiye, bu suçtan bahisle hakaret edilmiş olmasının tasvip edilemez olduğu vurgulanmıştır. 

Hakkında başlatılan soruşturma sonucunda takipsizlik kararı veya açılan davada düşme veya beraat kararı verilmiş olan kişiye, soruşturma veya kovuşturma konusu fiilden bahisle hakaret edilmiş olması hâlinde, hakaret edenin cezalandırılacağında kuşku yoktur.

B- HAKARET SUÇUNUN HAKSIZ BİR FİİLE TEPKİ OLARAK İŞLENMESİ

Kanun koyucu burada TCK'nın 29. maddesinde düzenlenmiş olan genel haksız tahrikten farklı olarak hakaret suçuna özel bir tahrik düzenlemesi getirmiştir. TCK'nın 129. maddesinin uygulanma şartları oluştuğunda artık yargılama bu hüküm çerçevesinde yapılacak ayrıca 29. Madde hükümleri gözetilmeyecektir. 

İki hüküm arasındaki en büyük farklılık haksız fiilin "haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında" suçun işlenmiş olması şartından ileri gelmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bizim de katıldığımız görüşüne göre; 129. maddede hakaret fiilinin haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi yeterli görülmüş, ayrıca fiilin hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olması aranmamıştır. Suçun haksız bir fiile karşı ani bir tepki olarak işlenmiş olması gerekir. 

TCK 129/1 hükmünün uygulanabilmesi için ortada haksız bir fiilin bulunması gerekir. Dikkat edilirse fiilin haksızlığı ile yetinilmiş ayrıca suç olması aranmamıştır. Dolayısıyla hakaret suçundan dolayı haksız tahrik indirimi yapılabilmesinin ilk şartı haksız bir fiilin varlığıdır. 

Buradaki haksız fiilin özel hukuk anlamında haksız fiil özelliği taşıyor olması da gerekmemektedir. Fiilin hukuka aykırı olması gerekli ve yeterlidir. Fakat her hukuka aykırı fiile hakaret ile karşılık verilmesi de doğru görülmemiştir. Hakaret ve haksız fiil arasında orantı bulunmalıdır. 

Haksız fiile karşı hakaretin nedensellik bağı içerisinde işlenmiş olması gerekir. Genel haksız tahrik hükümlerinde olduğu gibi burada da haksız fiilin mutlaka faile yönelmiş olması gerekmemekte, ancak tepki mutlaka haksız fiili yapana yönelmelidir.

C- KARŞILIKLI HAKARET SUÇU

TCK’nın 129/3. Maddesine göre; hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. 

Bu hükmün uygulanabilmesi için karşılıklı olarak işlenen suçun hakaret suçu olması, ilk hareketin tahkir edici ve haksız olması ve iki eylem arasında nedensellik bağının bulunması gerekir. 

 Madde gerekçesinde belirtildiği üzere, karşılıklı hakaret hâllerinde hâkim, hangisinin neden olduğunu göz önünde bulundurarak taraflardan her ikisi veya birisi hakkında verilecek cezada indirim yapabileceği gibi, ceza vermekten tamamen sarfınazar da edilebilir. 

Karşılıklı hakaret suçlarında genellikle ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmektedir. 

“Olayın karşılıklı hakaret olduğu belirlenerek TCK'nin 129/3. maddesi gereği doğrudan "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmesi gerekirken, hüküm verildikten sonra "ceza verilmesinden vazgeçilmesine" şeklinde karar verilmesi, hatalıdır.” Y3. CD. K. 2019/21058

D- HAKARET SUÇUNUN KASTEN YARALAMA SUÇUNA TEPKİ OLARAK İŞLENMESİ

TCK 129/2 gereğince; bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez. 

Kanun koyucu sadece kasten yaralama suçuyla sınırlı olmak üzere bir cezasızlık sebebine yer vermiştir. Diğer suçlar ve taksirle yaralama suçu bu kapsamda değildir. 

Hakaretin kasten yaralama fiilinin yöneldiği kişi tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Ayrıca hakaret kasten yaralama eylemini gerçekleştirene yöneltilmiş olmalıdır.

HAKARET SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ

TCK’nın 125/3. Maddesinde hakaret suçunun nitelikli hallerine yer verilmiştir. Buna göre; Hakaret suçunun; 

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, 

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, 

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. 

Fakat ağırlatıcı sebepler bu madde ile sınırlı değildir. Kanunun 125/4. Maddesindeki düzenlemeye göre suçun alenen işlenmesi cezanın ağırlaştırılmasına sebebiyet verecektir. 

Son olarak TCK 125/5. De yer alan düzenlemeye değinmek gerekir. Buna göre suçun kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı işlenmesi halinde zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. 

Uygulamadaki karşılaşma sıklığına binaen suçun alenen işlenmesi hali ayrı başlık altında incelenecektir.

HAKARET SUÇUNUN ALENEN İŞLENMESİ

TCK’nın 125. maddesinin gerekçe bölümünde belirtildiği üzere, aleniyet için aranan temel ölçüt, fiilin, gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır. 

Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 2019/13140 K. Sayılı kararına göre; TCK'nın 125/4. maddesinde ağırlaştırıcı neden olarak öngörülen aleniyetin söz konusu olabilmesi için olay yerinde başkalarının bulunması yeterli olmayıp, hakaretin belirlenemeyen sayıda kişi ve herkes tarafından görülme, duyulma ve algılanabilme olasılığının bulunması, herhangi bir sınırlama olmaksızın herkese açık olan yerlerde işlenmesi gerekir. 

Basın yoluyla işlenen suçların aleniyet unsurunu barındırdığı kabul edilmektedir. Yine Yargıtay internet üzerinden herkese açık yapılan paylaşımlarda da aleniyet unsurunun varlığına hükmetmiştir. 

Herkese açık umumi yerler ile herkesin girebileceği yerler aleni kabul edilmektedir. Bu itibarla park, bahçe, cadde, kahvehane gibi yerler aleniyet unsurunun oluşacağı yerlerden sayılır. Aleniyet unsurunun varlığı ihtilata bağlanmış değildir.

HAKARET SUÇUNUN CEZASI

Hakaret suçunun temel hali 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezasını gerektirir. Ceza oranları bakımından suçun huzurda, gıyapta, ya da iletişim araçlarıyla işlenmiş olmasının farkı bulunmamaktadır. Hakaret suçunun; 

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, 

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, 

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, 

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. 

Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. 

Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.

HAKARET SUÇU ŞİKAYET, YARGILAMA VE UZLAŞTIRMA

Hakaret suçunun temel şekli ve kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret dışında kalan nitelikli hallerinin takibi mağdurun şikayetine bağlıdır. Şikâyet süresi failin ve fiilin öğrenildiği tarihten başlamak üzere 6 aydır. 

Hakaret suçunun kamu görevine karşı görevinden dolayı işlenmesi halinde şikâyet şartı aranmaz. 

Yine suçun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi hali dışında kalan halleri uzlaştırma kapsamındadır.

Hakaret suçunda fail hakkında HAGB kararı verilebilir. 

Suçun yargılaması asliye ceza mahkemeleri tarafından yapılır. 

Dava zamanaşımı süresi 8 yıldır.

HAKARET SUÇUNDA ZİNCİRLEME SUÇ UYGULAMASI

Hakaret suçunda zincirleme suç hükümleri uygulanabilir. Aynı mağdura karşı değişik zamanlarda suçun işlenmesi halinde zincirleme suç hükümleri uygulanır. Fakat aynı hareketle birden fazla mağdura karşı işlenen suçlarda her mağdur için ayrı cezalandırma yapmak gerekir. 

TCK’nın 125/5. Maddesinde yer alan özel düzenlemeye göre; kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.

HAKARET VE TEHDİT SUÇU

Hakaret suçu ile tehdit suçunun ayırt edilmesi gerekir. Kimi durumlarda failin davranışları hakaret unsurunu barındırmakla mağduru tehdit etmeye yönelik olabilir. Bu gibi durumlarda olay bir bütün olarak ele alınmalı ve failin kastının mağduru rencide etmeye mi yoksa tehdit etmeye mi yönelik olduğu belirlenmelidir. Aşağıdaki CGK kararına göre: 

“14.05.2013 tarihinde Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/100 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılamanın duruşması sırasında sanık ...'ın, işlerinin bozulmasından, dükkânının kapanmasından ve evlenmesine engel olmasından sorumlu tuttuğu şikâyetçi ...'e yönelik olarak "Seni öldüreceğim! Senin ananı avradını sinkaf edeceğim!" şeklinde sözler söylediği, bu hususun Mahkeme heyeti tarafından tutanağa geçirildiği ve Yerel Mahkemece sanığın eylemi sabit görülerek hakaret ve tehdit suçlarından ayrı ayrı mahkûmiyet hükümleri kurulduğu anlaşılmış ise de; 

Sanık ile şikayetçi arasında Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen kamu davasından dolayı husumet bulunması, sanığın savunmasında sinirlendiği için suça konu sözleri söylemiş olabileceğini beyan eylemiş olması, sanık tarafından şikayetçiye söylenen "Senin ananı avradını sinkaf edeceğim!" şeklindeki sözlerin "Seni öldüreceğim!" şeklindeki tehdit içerikli sözlerden hemen sonra söylenmiş olması karşısında; eylemin gerçekleştirildiği sırada sergilenen davranışlar dikkate alındığında, tehdit kastı ile hareket ettiği konusunda kuşku bulunmayan sanık tarafından söylenen sözlerin olayın bütünlüğü içerisinde kül halinde geleceğe yönelik olarak hayata ve cinsel dokunulmazlığa karşı tehdit suçunu oluştuğu kabul edilmelidir.” YCGK 2021/38 K. 

Yine Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2019 tarihli bir kararında “Sanıkların, katılana "in lan aşağı senin a... na koyacağız, senin ananı sinkaf edeceğiz, sen gelmezsen biz yukarı geleceğiz", diğer katılana da "ananı avradını gelinini sinkaf edeceğim" şeklindeki söyledikleri iddia edilen sözlerin TCK'nın 106/1-1. cümlesinde düzenlen tehdit suçunu oluşturduğu gözetilmeden, hakaret suçu olarak nitelendirilip sanıklar ile karşı taraf sanıkların hakaret eylemlerinin karşılıklı olduğundan bahisle Kanunun 129/3 maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi,” şeklinde belirtilmiştir.