DAVA ŞARTLARI NELERDİR?

DAVA ŞARTLARI NELERDİR?

Dava şartları, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda ayrı başlıklar altında yer almamışken; 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda ise 114. madde ile “Dava Şartları”, 115. madde ile de “Dava Şartlarının İncelenmesi” başlıkları altında sıralanmıştır. 

Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi ( davayı esastan inceleyebilmesi ) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere, dava ( yargılama şartları ) denir. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi varlığı gerekli olan hâllere olumlu dava şartları denir ( meselâ görev, hukuki yarar gibi ); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denir ( meselâ, kesin hüküm gibi ). 

Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi (mesmu olması) şartları da denir. 

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden, mesmu olmadığından) reddetmekle yükümlüdür. 

Dar ve gerçek anlamda dava şartları, davanın esastan incelenip karara bağlanabilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan hâllerdir. Yani, dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden ( re'sen ) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine ( esastan karara bağlanmasına ) muvafakat etseler bile, hâkim davayı usulden ( mesmu olmadığından ) reddetmekle yükümlüdür. (YHGK 2019/284 K.) 

Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır. (Kuru B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2016, s 190 ). 

6100 Sayılı HMK'nın “Dava şartları” başlıklı 114/1. Maddesine göre dava şartları şunlardır: 

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması. 

b) Yargı yolunun caiz olması. 

c) Mahkemenin görevli olması. 

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması. 

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması. 

e) Dava takip yetkisine sahip olunması. 

f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması. 

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması. 

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi. 

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması. 

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması. 

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması. 

HMK’nın 114. Maddesinde sayılan tüm şartlar aşağıda başlıklar altında incelenecektir.

a- TÜRK MAHKEMELERİNİN YARGI HAKKI

HMK’nın 114, 1/a maddesine göre dava şartlarından ilki mahkemenin yargı yetkisine sahip olmasıdır. Buradaki kasıt Türk mahkemelerinin yargı yetkisinin bulunması gerektiğidir ki kanunda metni de aynen böyle düzenlenmiştir. 

Türk mahkemeleri ancak Türkiye coğrafi sınırları içerisinde yetkilidir. Başka bir ülkenin sınırları içerisinde Türk mahkemelerinin yargı hakkı bulunmaz. 

Yargı yetkisi bütün gerçek ve tüzel kişileri kapsar. Fakat bir devlet başka bir devletin yargı makamları önünde yargılanamaz. Bu kuralın MÖHUK’un 49. Maddesinde bir istisnası bulunmaktadır. Buna göre; yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan hukukî uyuşmazlıklarda yargı muafiyeti tanınmaz. Bu gibi uyuşmazlıklarda yabancı devletin diplomatik temsilcilerine tebligat yapılabilir. 

Bunun dışında diplomatik temsilcilerin de yargı muafiyeti bulunmaktadır. Bu muafiyet Viyana Sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Sözleşmeye göre diplomatik temsilciler ceza yargılamasından mutlak olarak muaftır. Buna karşın hukuk yargılamalarında tam bir muafiyet söz konusu değildir. Sözleşmenin 31. Maddesinde yabancı ülkelerin diplomatik temsilcilerine açılabilecek davalar ayrı ayrı sayılmıştır.

b- YARGI YOLUNUN CAİZ OLMASI

Hukuk mahkemelerinin yargılama yapabilmesi için davanın adli yargı koluna ait bir dava olması gerekir. Bu belirleme yapılırken idari davalar ile adli davaların özelliklerinin değerlendirilmesi gerekir. İdari bir davanın adli yargıda açılması halinde mahkemece görevsizlik kararı verilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2014/895 K. Sayılı kararı anlatımlarımıza örnek teşkil etmekte olup aşağıdaki gibidir: 

“Dava, sigortalı tarafından temin edilen ve tedavisinde kullanılan ilaçlı stent bedelinin Kurumdan tahsili istemine ilişkindir. 5510 sayılı Kanun'un 5754 sayılı Kanun ile değişik şeklinin yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun'a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden, Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muameleler “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceğinden, bunların iptali için açılan davaların çözüm yerinin idari yargı yeri olduğu açıktır. Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kararları da bu yöndedir. Somut olayda; 5434 sayılı Kanun kapsamında iştirakçi olarak emekli aylığı alan davacının, 5510 sayılı Kanun'un Geçici 4'üncü maddesine değişiklik getiren 5754 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce memur statüsünde bulunduğu göz önünde bulundurularak ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114/1-b maddesine göre dava şartı olan "yargı yolunun caiz olmaması" nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek, ilaçlı stent uygulamasının mutlak zorunlu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair kararda direnilmesi isabetsizdir.”

c- MAHKEMENİN GÖREVLİ OLMASI

Bir mahkemenin önüne gelen davaya bakabilmesi için HMK’nın 1-4. Maddeleri gereği görevli olması gerekir. Aksi taktirde görevsizlik kararı verilmelidir. Görev bir dava şartı olduğundan her aşamada re’sen gözetilecektir. Kaldı ki HMK’nın 1. Maddesinde “Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.” İfadelerine yer verilmiştir. 

Mahkeme görevli olmadığını anlarsa görevsizlik kararı verecektir. Bunun üzerine HMK’nın 20. Maddesi uygulama alanı bulacaktır. Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, “bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden,” süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, “dava açılmamış sayılır ve görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen” karar verilir.

ç- YETKİNİN KESİN OLDUĞU HÂLLERDE MAHKEMENİN YETKİLİ BULUNMASI

Yetkinin kesin olması halinde mahkemenin yetkili bulunması bir dava şartı olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemece kendiliğinden gözetilir. Oysa kesin olmayan yetkiye ancak itiraz süresi içerisinde itiraz edilebilir. 

 Kesin yetki halleri şunlardır:

1-Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. 

2-İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır. 

3-Terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalarda ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir. 

4-Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalarda ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir. 

5-Özel hukuk tüzel kişilerinin, ortaklık veya üyelik ilişkileriyle sınırlı olmak kaydıyla, bir ortağına veya üyesine karşı veya bir ortağın yahut üyenin bu sıfatla diğerlerine karşı açacakları davalar için, ilgili tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. 

6-Can sigortalarında, sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın leh veya aleyhine açılacak davalarda onların yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir. 

Yukarıda saydığımız kesin yetki hallerinde mahkemece re’sen inceleme yapılacak ve yetkisizlik durumu mevcutsa yetkisizlik kararı verilecektir. Kesin yetki meselesi taraflarca da her zaman ileri sürülebilir. Yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler HMK’nın 20. Maddesinde düzenlenmiştir. Yukarıda görev başlığında yer verdiğimiz kanun maddesi burada da aynen uygulanır.

d- TARAFLARIN, TARAF VE DAVA EHLİYETİNE SAHİP OLMALARI; KANUNİ TEMSİLİN SÖZ KONUSU OLDUĞU HÂLLERDE, TEMSİLCİNİN GEREKLİ NİTELİĞE SAHİP BULUNMASI

Çekişmeli yargıya ait işlerde davada iki tarafın bulunması gerekir. Bu tarafların dava ve taraf ehliyetlerinin varlığına bakılır. Kanun maddesinin bu bendinde birden fazla dava şartı bir arada sayılmıştır. Bu başlıkta bizde tüm bu şartları ayrı ayrı açıklamaya çalışacağız. 

Taraf Ehliyeti Nedir? 

Taraf ehliyeti HMK’nın 50. Maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre; “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir.” 

Buradan çıkan sonuca göre taraf ehliyetini hak ehliyeti olarak anlamak gerekir. HMK’nın atfıyla taraf ehliyetini TMK 8 ve 48 anlamında değerlendirmek gerekir. Öyleyse her gerçek ve tüzel kişi hak ehliyetine sahip olması dolayısıyla taraf olabilme yeteneğine sahiptir. 

Gerçek kişilerin taraf ehliyeti ölümle son bulur. Davalı tarafın davanın görüldüğü sırada vefat etmesi halinde, dava onun mirasçılarına karşı devam ettirilebilir. Davacının ölümü halinde de mirasçıları davaya devam edebilir. Yine tarafın öldüğü bilinmiyorsa davanın murisin mirasçılarına yönlendirilebilmesi de mümkündür. Bunların dışında ölen tarafa kayyım atanması gibi özel durumlar da mevcuttur. Yalnız miras bırakanı ilgilendiren davalarda mirasçıların davaya devam etme olanağı bulunmamaktadır. 

Tüzel kişilerin de taraf ehliyeti bulunur. Tüzel kişiler dava hakkını yetkili organları vasıtasıyla kullanır. Yine açılacak davalarda da tüzel kişi davalı olarak gösterilir. Tüzel kişiliğin son bulmasıyla taraf ehliyeti de yitirilir. (TMK m. 52 hükmü saklıdır.) 

Kamu tüzel kişilerinin taraf ehliyeti dikkatle incelenmelidir. Bakanlıların tüzel kişiliği bulunur. Fakat bakanlıklara bağlı kurumlardan bazıları ayrı tüzel kişiliğe sahiptir. Adi şirketlerin ve miras ortaklığının taraf ehliyeti yoktur. 

Dava Ehliyeti Nedir? 

Dava ehliyeti medeni hukuktaki fiil ehliyetinin usul hukukundaki görünüşüdür. Dolayısıyla dava ehliyetinin olup olmadığı tarafların fiil ehliyetlerine göre belirlenir. 

TMK’nın 10. Maddesine göre; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. Buna tam dava ehliyeti denir. 

Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar ise sınırlı dava ehliyetli olarak kabul edilirler. Bu kişilerin dava ehliyeti bulunmaz. Fakat bazı istisnai hallerde örneğin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını kullanmakta dava ehliyetine sahip olma imkanları bulunur. Bu istisnalar dışında bu kişiler yasal temsilcileri vasıtasıyla temsil olunurlar. 

Ayırt etme gücünden yoksun olan kişilerin dava ehliyeti yoktur. Bu kişiler yasa temsilcileri tarafından temsil edilir. Yasal temsilciler kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanılmasında dava ehliyetine sahip değillerdir. 

Tüzel kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilir. Tüzel kişinin yetkili organı temsil belgesini ibraz ederek dava ehliyetini kullanır. 

Kanuni Temsil Yetkisi Nedir? 

Yukarıda belirttiğimiz hallerde temsilci vasıtasıyla takip edilen davalarla karşılaşmak mümkündür. Bu gibi hallerde temsilcinin temsil yetkisine sahip olması gerekir. Temsil yetkisi velilik, vasilik ya da kayyımlık hakkına sahip bulunan kişiler tarafından kullanılabilir. Şayet böyle bir yetki yoksa davanın reddi gerekir.

e- DAVA TAKİP YETKİSİ

HMK’nın 53. Maddesine göre; dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Bu yetki, kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, maddi hukuktaki tasarruf yetkisine göre tayin edilir. 

Madde gerekçesine göre: 

Davayı takip yetkisi, maddî hukuktaki tasarruf yetkisinin usul hukukuna yansımasıdır. Dolayısıyla, kanunla aksi belirtilmedikçe, bu yetki kural olarak maddî hukuktaki tasarruf yetkisine göre tayin edilir. Maddede davayı takip yetkisinin tanımına da yer verilmiş bulunmaktadır. Bu tanım, esas itibarıyla davayı takibi de kapsamaktadır. Davayı takip yetkisi tamamen şeklî taraf kavramının bir sonucudur. Kural olarak dava ehliyeti bulunan kimsenin davayı takip yetkisi de mevcuttur; ancak, bazı durumlarda tarafın dava ehliyeti olmakla birlikte davayı takip yetkisi kendisi dışında üçüncü bir kişi tarafından kullanılabilir ya da kanun gereği kullanılması zorunlu olabilir. Bu yetkiyi kullanan kişinin gerçekte hukukî ilişkinin tarafı olmasına gerek yoktur. Davayı takip yetkisi bir dava şartı olup, mahkeme bunu kendiliğinden göz önüne alır. 

Buna göre, davayı takip yetkisi, talep sonucunda belirtilen hakkın ya da hukukî ilişkinin esası hakkında hüküm alabilme yetkisini ifade etmekte olup, kanunda belirtilen istisnaî durumlar (örneğin, İİK.m. 94/II’ye göre, borçlunun henüz tapuya tescil ettirmediği bir taşınmazını borçlu adına tescil ettirmek için alacaklının icra dairesinden dava açma yetkisini istemesi, iflâs masasına karşı açılacak davalarda veya iflâs masasının açacağı davalarda iflâs idaresi tarafından temsil edilmesinde olduğu gibi) dışında, maddî hukuktaki tasarruf yetkisine göre belirlenir. Bu örneklerde de görüleceği üzere, İcra ve İflâs Kanununda düzenlenen durumda, aslında borçlunun normal olarak dava ehliyeti mevcuttur. Fakat alacaklı, borçlunun alacağını tahsil için icra dairesinden davayı takip yetkisini alarak, borçlu adına davayı takip eder. Bu durumda, borçlunun ne taraf ehliyeti ne de dava ehliyeti kaldırılmamış olup, sadece alacaklıya borçlunun alacağını tahsil için bir yetki verilmiştir. Benzer durum iflâsta da söz konusudur. Müflisin taraf ehliyeti ve dava ehliyeti mevcut olmakla birlikte iflâs masasına giren mal ve haklar bakımından takip yetkisi iflâs idaresi tarafından kullanılacaktır. 

Takip yetkisinin bulunmadığı hallerde dava usulden reddedilir. Fakat bu şart tamamlanabilir bir dava şartı olduğundan önce süre verilmesi gerekir. Örnek bir Yargıtay kararında aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur: 

“Dosya kapsamında, davalılar aleyhine sorumluluk davası açılması yönünde genel kurulca alınmış bir karar bulunmadığı gibi denetçiler tarafından verilen vekaletnameye de rastlanmamıştır. Mahkemece, davacı tarafa, 6100 Sayılı HMK'nın 52, 53 ve 54. ( HUMK'un 39. ve 40. ) maddeleri uyarınca davalılar hakkında eylemin kişi, konu ve kapsamını somut olarak gösteren sorumluluk kararı alınmasına ya da işbu davaya muvafakat verilmesine ilişkin genel kurul kararının ibrazı için önel verilmesi, davanın gelindiği aşamada görevde olan denetçilerce davayı açan vekile vekaletname verilmesi ya da asıl olarak davayı takip etmelerine olanak tanınması, noksan olan usuli işlemler yerine getirildikten sonra davaya devam edilmesi, verilen süre içinde bu eksiklikler tamamlanmaz ise davanın açıklanan usul yönünden reddedilmesi gerekir.”

f- VEKİL ARACILIĞIYLA TAKİP EDİLEN DAVALARDA, VEKİLİN DAVAYA VEKÂLET EHLİYETİNE SAHİP OLMASI VE USULÜNE UYGUN DÜZENLENMİŞ BİR VEKÂLETNAMESİNİN BULUNMASI.

Bu şartta dava şartı olarak düzenlenmiştir. Bilindiği üzere davaya vekalet şartı bulunmamaktadır. Kişi dilerse davasını vekil olmaksızın takip edebilir. Fakat vekil olarak bir avukat görevlendirmenin de sakıncası bulunmaz. Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda vekilin davaya vekalet ehliyetine sahip olması yani avukat olması gerekir. Bu durumun bazı istisnaları mevcuttur. (Avukat bulunmayan yerlerde dava takipçileri vekil tayin edebilir.) 

Yine avukatın usulüne uygun düzenlenmiş vekaletnameyi mahkemeye sunması gerekir. 

HMK’nın 77. Maddesine göre; 

1- Vekâletnamesinin aslını veya onaylı örneğini vermeyen avukat, dava açamaz ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamaz. Şu kadar ki, gecikmesinde zarar doğabilecek hâllerde mahkeme, vereceği kesin süre içinde vekâletnamesini getirmek koşuluyla avukatın dava açmasına veya usul işlemlerini yapmasına izin verebilir. Bu süre içinde vekâletname verilmez veya asıl taraf yapılan işlemleri kabul ettiğini dilekçeyle mahkemeye bildirmez ise dava açılmamış veya gerçekleştirilen işlemler yapılmamış sayılır. 

2- Vekâletnamesiz işlem yapmasına izin verilen ancak haklı bir sebep olmaksızın süresi içinde vekâletname ibraz etmeyen avukat, celse harcı ile diğer yargılama giderleri ve karşı tarafın uğradığı zararları ödemeye mahkûm edilir. Bunu kötüniyetle yapan avukat aleyhine, ceza ve disiplin soruşturması açılmasını sağlamak üzere, Cumhuriyet başsavcılığına ve vekilin bağlı olduğu baro başkanlığına durum yazıyla bildirilir. 

3- Bir tarafın avukat tutmak istemesi sebebiyle, yargılama hiçbir şekilde başka bir güne bırakılamaz. 

4- Avukatın istifa etmesi, azledilmesi veya dosyayı incelememiş olması sebebiyle yargılama başka bir güne bırakılamaz. Ancak, dosyanın incelenmemiş olması geçerli bir özre dayanıyorsa, hâkim bir defaya mahsus olmak üzere, kısa bir süre verebilir. Verilen süre sonunda, dosya incelenmemiş olsa bile davaya devam olunur. 

Kural böyle olmakla uygulamada bu madde hükümlerine karşı haklı olarak esnek davranıldığı görülmektedir. Vekaletnamenin sunulmamış olması halinde uygun bir süre verildikten sonra ret yoluna gidilmelidir.

g- DAVACININ YATIRMASI GEREKEN GİDER AVANSININ YATIRILMIŞ OLMASI

HMK’nın 120. Maddesine göre davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. 

Bu tutar yatırılmadan dava açılamaz ve açılan dava usulden reddedilir. Şayet harç eksikliği mevcutsa mahkemece davacıya süre verilir. Bu süre içerisinde eksik harç tamamlanmazsa dava usulden reddedilir.

ğ- TEMİNAT GÖSTERİLMESİNE İLİŞKİN KARARIN GEREĞİNİN YERİNE GETİRİLMESİ

Teminata ilişkin düzenlemeler HMK’nın 84 vd. maddelerinde yer alır. Bu düzenlemeler aşağıda ayrı ayrı paylaşılmıştır. 

Aşağıdaki hâllerde davalı tarafın muhtemel yargılama giderlerini karşılayacak uygun bir teminat gösterilir: 

a) Türkiye’de mutad meskeni olmayan Türk vatandaşının dava açması, davacı yanında davaya müdahil olarak katılması veya takip yapması. 

b) Davacının daha önceden iflasına karar verilmiş, hakkında konkordato veya uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırma işlemlerinin başlatılmış bulunması; borç ödemeden aciz belgesinin varlığı gibi sebeplerle, ödeme güçlüğü içinde bulunduğunun belgelenmesi. 

Aşağıda sayılan hâllerde teminat istenemez: 

a) Davacının adli yardımdan yararlanması. 

b) Davacının, yurt içinde istenen teminatı karşılamaya yeterli taşınmaz malının veya ayni teminatla güvence altına alınmış bir alacağının bulunması. 

c) Davanın, sırf küçüğün menfaatlerini korumaya yönelik olarak açılmış olması. 

ç) İlama bağlı alacak için ilamlı icra takibi yapılmış olması. 

Yargılama giderlerini karşılayacak teminata, mahkemece kendiliğinden karar verilir. Hâkim, teminat kararı vermeden önce tarafları veya müdahale talebinde bulunan kişiyi dinleyebilir. 

Bir davada verilecek teminatın tutarını ve şeklini hâkim serbestçe tayin eder. Ancak, tarafların teminatın şeklini sözleşmeyle kararlaştırmaları hâlinde, teminat ona göre belirlenir. 

Teminatı gerektiren durum ve koşullarda değişiklik olması hâlinde, hâkim teminatın azaltılması, artırılması, değiştirilmesi ya da kaldırılmasına karar verebilir. 

Hâkim tarafından belirlenen kesin süre içinde teminat gösterilmezse, dava usulden reddedilir. 

Müdahale talebinde bulunan kişi, kesin süre içinde istenen teminatı vermezse, müdahale talebinden vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.

h- HUKUKİ YARAR ŞARTI

Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan ) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. 6100 Sayılı Kanun'un sözü edilen maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h ) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalar yer verilmiştir. Öte yandan bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir. (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135 ). 

Hukuki yarar dava şartlarından olup 6100 Sayılı HMK'nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s. 19-21 ). Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, s.946-949 ). (YHGK 2020/907 K.) 

Davacının dava açmaktaki yararı, hukuki olmalıdır; ideal veya ekonomik yarar yalnız başına yeterli değildir. Davacı, hakkına kavuşmak için mahkemenin kararına muhtaç bulunmalıdır. 

Davacının dava açmaktaki hukuki yararının, korunmaya değer bir yarar olması gerekir. Dava edilen alacak miktarının çok az olması halinde de davacının dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı vardır. 

Hukuki yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerideki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukuki yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu durum, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir. 

Davayla erişilmek istenen amaç, aynı güvenle ve fakat daha basit bir yol ile gerçekleşebilecekse, o konuda dava açılmasında hukuki yarar yoktur.Dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukuki yararının varlığı şarttır. Aksi halde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez. (YHGK 2011/352 K.) 

-Eda davalarında hukuki yararın olduğu kabul edilir. Davacı ayrıca hukuki yararını ispat etmek zorunda değildir. 

-Tespit davalarında hukuki yarar davacı tarafından bildirilmeli ve ispat edilmelidir. Aksi takdirde davanın reddi gerekir.

-İnşai davalarda hukuki yararın var olduğu kabul edilir. 

Burada belirsiz alacak davası ile ilgili bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. YHGK’nın 2020/907 K. Sayılı kararında belirsiz alacak davaları ile alakalı aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir: 

“Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.”

ı- DAVANIN DERDEST OLMAMASI

Dava açılmasının sonuçlarına ilişkin açıklamalarımız ayrı bir inceleme konumuzu oluşturmuştur. Dava açılmasının usuli sonuçlarından birini de davanın derdest hale gelmesi oluşturmaktadır. Derdestlik bir davanın açık olduğu anlamına gelmektedir. 

Derdest olan davanın yeniden açılması mümkün değildir. Böyle bir durumun hukuk mantığıyla uyuşmayacağı da açıktır. Derdestlik durumunun oluşması için birinci dava ile ikinci davanın konusu sebebi ve tarafları aynı olmalıdır. 

“HMK'nun 114/1-ı maddesinde aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte ( derdest ) olmaması dava şartları arasında düzenlenmiştir. Derdestlik; dava açılmasının usul hukuku bakımından ortaya çıkardığı sonuçlardan biridir. Aynı konuda, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak daha önce bir dava açılmış ve bu dava görülmekte ise, aynı konunun yeni bir dava konusu yapılması mümkün değildir. Çünkü; aynı konuda iki dava açılmasında davacının korunmaya layık bir menfaati yoktur. Daha önce HUMK m. 187/4’te bir ilk itiraz olarak nitelenen bu husus HMK m. 114 /1-ı hükmü ile dava şartı haline getirilmiştir.” (Y12HD. 2021/3922 K.)

i- KESİN HÜKÜM

Bir hukuki uyuşmazlığı kesin olarak çözen son karar olan kesin hüküm hem bireyler hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla hukuki güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kesin hüküm kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Kesin hükümle, çelişik kararların ortaya çıkması engellenerek toplum hayatı için zorunlu olan hukuki istikrar sağlanır. 

Kesin hüküm şekli ya da maddi anlamda olabilir. Şekli anlamda kesinlik, bir karara karşı belli bir aşamadan sonra kanun yollarına başvurulamamasını, diğer bir anlatımla kanun yolunun bulunmaması veya var olan kanun yollarının tükenmesini; maddi anlamda kesinlik ise bir hukuki uyuşmazlığın artık bütün bir gelecek için çözümlenerek son bulmasını, hükmün kesinleşmesinden sonra o davanın tekrar açılamamasını ifade eder. 

Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HMK'nın 303. maddesinde düzenlenmiştir. HMK'nın 303/1. maddesine göre bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. 

Görüleceği üzere, maddi anlamda kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı olmasıdır. Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir ( HMK. m.303 /3 ). 

İkinci koşul olan dava sebebinden amaç ise hukuki sebepler değil, davanın dayanağı olan olay ve olgulardır. Yani davacının talep sonucunu dayandırdığı vakıalardır. Kesin hüküm haline gelen bir uyuşmazlıkta aynı vakıalara dayanılarak ikinci kez dava açılamaz. 

Maddi anlamda kesin hükmün söz konusu olabilmesi için gerekli olan üçüncü koşul ise dava konusunun aynı olmasıdır. İlk kararın hüküm fıkrası ile ikinci davanın talep sonucu aynı ise; diğer bir anlatımla ikinci davadaki talep sonucu ilk davada kesinleşen hüküm fıkrasını etkileyecek ve ortadan kaldıracak nitelikte ise dava konusu aynı sayılır. (YHGK K. 2021/102) 

Kesin hükmün varlığı halinde dava usulden reddedilir. Kesin hüküm re’sen araştırılır. Tarafların ileri sürmesinin önünde de bir engel bulunmaz. Kesin hüküm itirazı her aşamada yapılabilir.

ÖZEL DAVA ŞARTLARI

HMK’nın 114. Maddesinde genel dava şartları sayılmıştır. Bunların yanında bazı kanunlarda yer alan özel dava şartları da mevcuttur. Bu şartların eksikliğinin yaptırımı da davanın usulden reddidir. Aşağıda bazı özel dava şartlarına yer verilmiştir: 

1- İcra ve İflâs Kanunu’na göre tasarrufun iptali davası açabilmek için alacaklının elinde aciz vesikası bulunması gerekir (İİK m. 277, b. 1) 

2- Borçtan kurtulma davasının dinlenebilmesi için borçlunun alacağın yüzde 15’i kadar teminat göstermesi gerekir. 

3- Arabuluculuğa tabi davalarda bu şartın yerine getirilmesi gerekir. 

4- Terk sebebiyle boşanma davasının açılabilmesi için terk eden eşe ihtar gönderilmesi şarttır. 

5- Tarafların İcra ve İflas Kanunundaki hakları saklı olmak kaydıyla; değeri dört bin Türk Lirası’nın altında bulunan uyuşmazlıklarda ilçe tüketici hakem heyetlerine, altı bin Türk Lirası’nın altında bulunan uyuşmazlıklarda il tüketici hakem heyetlerine, büyükşehir statüsünde bulunan illerde ise dört bin Türk Lirası ile altı bin Türk Lirası arasındaki uyuşmazlıklarda il tüketici hakem heyetlerine başvuru zorunludur. (6502 s. K. M.68) 

6- Tenkis davasında aciz belgesi ve ihtar şartı bulunur.

DAVA ŞARTLARININ İNCELENMESİ - DAVANIN USULDEN REDDİ

6100 Sayılı HMK'nın “Dava şartlarının incelenmesi” başlıklı 115. maddesi, 

“(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. 

( 2 ) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. 

( 3 ) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez” şeklinde düzenlenmiştir. 

Dava şartlarının bulunması davanın esasının incelenmesi için gerekli olduğundan davanın başından sonuna kadar var olmalıdır. Bu nedenle davanın başında öncelikle dava şartları incelenir. Hâkim dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden inceler, tarafların bu konuda talepte bulunması gerekli olmadığı gibi hâkim onların bu konudaki talepleri ile de bağlı olmayıp davanın başında dava şartlarının bulunduğunu tespit ettikten sonra davanın esasını incelemeye geçmelidir. ( Pekcanıtez/Özekes/Akkan /Korkmaz, s. 930 ). 

Hakimin, davanın başında dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden ( re'sen ) araştırmak zorunda olması yanında; dava açılırken bulunmayan dava şartlarının yargılama sırasında tamamlanması halinde davanın esasına girerek sonuçlandırması gerekir. 

6100 Sayılı HMK'nın “Dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar” başlıklı 138/1. maddesinde, Mahkemenin, öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar vereceği, gerektiği taktirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği belirtilmiştir. 

Dava şartları ve ilk itirazların karara bağlanması için, tarafların açıklamaları yeterli ise hâkim, dosya üzerinden karar verebilir. Verilen karar (görevsizlik veya yetkisizlik kararı gibi) davayı ( o mahkemede ) sona erdirici nitelikte ise, hâkim tarafları ön inceleme duruşmasına davet etmeden ( dosya üzerinden ) gerekli kararı verebilir. Bu hâlde ön inceleme duruşması yapılmasına, tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesine ve tahkikat aşamasına geçilmesine gerek kalmaz ( Kuru B., s 286 ). 

Nitekim 6100 Sayılı HMK'nın 138. madde gerekçesinde de, usule ilişkin hususların, şekli nitelik taşıdıklarından yargılamanın başında dosya üzerinden de incelenerek karara bağlanabileceği ancak mahkemenin kararını vermek için tarafların dinlenmesine ihtiyaç duyması hâlinde bunu tahkikat aşamasında değil, ön inceleme oturumunda yapacağı, böylece dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili sorunların, en geç tahkikat başlamadan ön inceleme duruşması sonunda karara bağlanmasının amaçlandığı belirtilmiştir. 

Anılan düzenleme ile hâkime dava şartlarına ilişkin olarak hangi aşamada karar verilmesi noktasında takdir hakkı tanınmış olup, hâkim tarafların dinlenmesine ihtiyaç duymaması hâlinde gerekli gördüğü takdirde dosya üzerinden de karar verebilecektir. 

6100 Sayılı HMK'nın 30. maddesi uyarınca hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlü olup, dava şartlarına ilişkin bir sorunun yargılamanın başında çözülmeyip sonrasında dava şartı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi usul ekonomisi ilkesi ile de bağdaşmayacaktır. (YHGK 2019/442 - 2019/284 K.) 

Dava şartı yokluğundan dolayı davanın usulden reddi kararı, nihai karar olması sebebiyle temyiz edilebilir ( m 427 ). Böyle bir karar, ancak dair olduğu dava şartının yokluğu hakkında kesin hüküm teşkil eder. ( m. 237, I ). 

Bu nedenle, dava şartı yokluğundan reddedilen dava, noksan dava şartı tamamlandıktan sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm ( m. 427 ) itirazında bulunamaz. Çünkü ilk karar, davanın esası hakkında verilmiş olmayıp, yalnız belli bir dava şartının yokluğuna ilişkindir.

DAVANIN USULDEN REDDİ HALİNDE ZAMANAŞIMI

Davanın usulden reddi ile dava hiç açılmamış kabul edilir. Dolayısıyla zamanaşımı süresi de kesilmiş kabul edilmez. Davanın usulden reddinden sonra zamanaşımı süresi dolmamışsa aynı dava tekrar açılabilir. Fakat sürenin dolmasından sonra dava açılırsa itiraz ile davanın reddine karar verilir. 

Fakat Türk Borçlar Kanunu’nun 158. Maddesi; “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.” Şeklinde düzenlenmiştir. 

Bu düzenleme ile davanın usulden reddinin bazı sebeplerinin ek dava hakkı tanıdığı görülmektedir. Burada düzeltilebilir bir yanlışlıktan söz edilmiştir. Dolayısıyla yetkisizlik, görevsizlik gibi hallerde davacının ret kararının kesinleşmesinden itibaren 60 günlük ek dava açma hakkı bulunur. Bu sebeplerin hukuki yarar eksikliğini de kapsadığına dair yakın tarihli bir Yargıtay kararı mevcuttur. (Y22HD. 2020/825 K.) İlgili karar aşağıdaki gibidir: 

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 Sayılı Kanun'un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 Sayılı Kanun'un 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz. Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “düzeltilebilir bir yanlışlık” olduğunun kabulüyle sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 Sayılı Kanun'un 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.”

DAVANIN USULDEN REDDİ VEKALET ÜCRETİ

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7’nci maddesi "Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet sebebiyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret" başlığını taşımakta; maddenin 2’nci fıkrasında ise "davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet sebebiyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin 2. kısmının 2. bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere 3. kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur" düzenlemesi bulunmaktadır. 

Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2 maddesi hükmü gereğince; konusu para veya parayla değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması ( noksan olması ) sebebiyle usulden reddine dair kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.