İKRAR NEDİR? İKRAR TÜRLERİ NELERDİR?

İKRAR NEDİR? İKRAR TÜRLERİ NELERDİR?

Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre deliller kesin ve takdiri deliller olmak üzere iki başlıkta toplanır. 

İkrar nedir başlıklı incelememizde aşağıda açıklayacağımız üzere ikrar delili kimi zaman kesin kimi zaman ise takdiri delil özelliği göstermekle HMK'nın 188. Maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddede ikrarın koşullarına yer verilmiş fakat ikrar hakkında bir tanımlama yapılmamıştır. Bu sebeple ikrarı tanımlamak için yargı kararları ve doktrinden faydalanmak gerekir. Yargıtay'ın yüklediği anlama göre ikrar; görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukukî sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. 

Buradan hareketle belirtmek gerekir ki tarafların kendi lehine ileri sürülmüş vakıaların doğruluğunu kabul etmesi ikrar olarak nitelendirilemez. Nitekim Yargıtay HGK'ya göre:

"İkrardan söz edilebilmesi için bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukukî sebepler de ikrara konu olamazlar."

İkrarı hem davalı hem de davacı gerçekleştirebilir. İki tarafta diğerinin sunduğu vakıaların doğru olduğunu belirtebilir. Çekişmeli konuda taraf ikrarı hâlinde çekişmeli vakıalar çekişmeli olmaktan çıkacağından ispatı gerekmeyecektir. İkrar taraf vekillerince de yapılabilir.

Belirmek gerekir ki ikrar davanın kabulünden farklıdır. Kabulde talep sonucu kabul edilirken ikrar vakıalar bakımından gündeme gelecektir. Yine davanın kabulü davayı sonuçlandırırken ikrarda sadece ileri sürülen vakıanın doğruluğu kabul edilir.

İKRAR NASIL YAPILIR?

İkrarın kendi arasında çeşitli türleri bulunmaktadır. Bu başlık altında ikrar çeşitlerini yapılış şekillerine göre tasnif edeceğiz. 

İkrar mahkeme önünde yapılacağı gibi mahkeme dışında da yapılabilir. Bu yönüyle ikili bir ayrıma tabi tutulur.

Mahkeme İçi İkrar

İkrarın mahkeme önünde mahkemeye karşı yapılan şekline mahkeme içi ikrar denir. İkrarda bulunacak tarafın tek taraflı iradesiyle ikrar gerçekleşmiş olur. Tek taraflı irade beyanının sonuçlarından biri karşı tarafın kabulüne bağlı olmaması diğeri ise karşı tarafın yokluğunda da yapılabilmesidir. 

Bu halde yapılacak ikrarın sözlü ya da yazılı yapılması mümkündür. Sözlü ikrarlarda ikrar tutanağa bağlanır. Düzenlenen tutanak imza altına alınır.

Yazılı ikrar ise dilekçe vermek suretiyle olur. Buradaki önemli konulardan biri şudur:

İkrar yetkisiz ve görevsiz mahkemede yapılmış olsa dahi geçerli olacaktır.

Mahkeme önünde yapılan ikrar kesin delil niteliğindedir. Bir davada yapılan mahkeme içi ikrar başka bir davada da geçerli olur. Aşağıdaki Yargıtay kararında konuya örnek olacak şöyle bir hüküm kurulmuştur:

 

"Mahkeme içi ikrarın, taraflardan ya da onların yetkili temsilcilerinden sadır olması ve ikrarın yargılama içinde, mahkemeye karşı yapılması gerekir. Mahkeme içi ikrar, mahkeme önünde sözlü olarak yapılabileceği gibi bir dilekçe veya layiha ile de vakıa ikrar edilebilir. Mahkeme içi ikrar, bir kesin delildir.

Önemle vurgulanmalıdır ki bir davada yapılan mahkeme içi ikrar, başka bir davada da geçerli olup kesin delil teşkil eder ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı baskı, İstanbul 2001, C:2, s:2045 ).

Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde; davalının 04/11/2011 tarihli dilekçesindeki 2008, 2009 ve 2010 yılları içerisinde değişik tarihlerde davacıya toplam 176.120 TL ödeme yaptığına ilişkin beyanı, mahkeme içi ikrar niteliğinde olup mahkemece değerlendirilmek zorundadır. Nitekim davacı taraf, bilirkişi tarafından defter kayıtlarına göre tespit edilen ve mahkemece hükme dayanak yapılan toplam 253.077 TL ödemenin davalıya ait olmadığını, diğer hizmet verilen sanayi sitelerinden toplanan ücretler olduğunu ileri sürmüş, diğer sanayi siteleri ile aralarındaki sözleşmeleri beyanına eklemiştir. Davacı tarafından açıklandığı üzere, davacıya ait defterlerde hükme esas alınan toplam 253.077 TL ödemeye ilişkin ayrıntılarda "diğer sanayicilerden elle toplanan" ibaresine ve buna benzer ibarelere yer verildiği, açıkça davalı tarafından ödendiğine ilişkin bir ibarenin de bulunmadığı görülmektedir."

Keza ceza davasında yapılan ikrarlar da hukuk mahkemeleri önünde geçerli kabul edilir. Aşağıda konuya ilişkin bazı Yargıtay kararına yer verilmiştir:

"İkrarın taraf usul işlemi olması ve mahkeme önünde yapılması nedeniyle yetkisiz veya görevsiz mahkemede veyahut da bir başka mahkemede ( davada ) yapılması hâllerinde de ikrar geçerliliğini koruyacaktır. Burada önemli olan husus önünde ikrar edilen kurumun, mahkeme niteliği taşımasıdır. Bu sebeple ihtiyati tedbir ve delil tespiti dosyalarındaki ikrarlar ile keşif tutanağındaki ikrarlar da mahkeme önünde ikrar olarak değerlendirilir.

18. Bununla birlikte ceza davasındaki ( mahkemesindeki ) ikrar da hukuk davasında geçerlidir ( Kuru, s. 2047 ). Dolayısıyla hukuk davasında iddia edilen veya savunulan bir vakıanın ceza davası sırasında hukuk davasının taraflarınca kabul edilmesi yönündeki beyanları, hukuk davası için HMK'nin 188. maddesi gereğince mahkeme önünde ikrar niteliğindedir. Öte yandan ceza davası neticesinde sanık hakkında, kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi de sonucu değiştirmeyecek, ceza davasındaki ikrar hukuk davasında hâkimi bağlayacaktır. Zira hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı kesin bir mahkûmiyet kararı olmadığı için ortada ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmadığından 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. ( TBK ) [818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun ( BK ) 53.] maddesi gereğince hukuk hâkimini bağlamayacak; ancak hukuk hâkimi ceza yargılaması sırasında elde edilen; tanık beyanı, taraf ikrarı ve belge gibi delillere dayanabilecektir." YHGK 2021/99 K.

"Davalının yargılandığı ceza dosyasında davacı tanık sıfatı ile yeminli olarak dinlenmiş; davacı beyanında: "Ben tapuyu çocuğumun üzerine aldım." demiştir. Davacının tanıklık beyanı ile davalılardan satın aldığı 12 numaralı bağımsız bölüm yerine aynı yer 9 numaralı bağımsız bölümü suç tarihi ile aynı gün oğluna vekaleten yüklenici davalıdan satış suretiyle temlik aldığı anlaşılmaktadır. Davacının ceza dosyasındaki beyanı; davalıların sözleşme gereğince davacıya 12 numaralı bağımsız bölüm yerine 9 numaralı bağımsız bölümün davacının talebi üzerine davacının oğlu adına devredildiği yönündeki savunmalarını doğrulamış, davacı bu beyanı ile davalıların dava konusu sözleşmeden kaynaklı edimi ifa ettiklerini ikrar etmiştir. Bu durumda mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekir." Y7HD. 2023/2204 K.

"Somut uyuşmazlıkta, davacı dava dilekçesinde ücretinin 2.000,00 TL olmasına rağmen sigortasının asgari ücret üzerinden yatırıldığını, işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürmüş, ancak iş akdinin kimin tarafından feshedildiğini belirtmemiş, davalı davacının yaptığı devamsızlıklar nedeniyle tutulan tutanaklar doğrultusunda iş akdinin feshedildiğini savunmuştur. Davacının prime esas kazancının tespiti talebiyle açtığı ve aynı mahkemede görülen 2014/186 E. sayılı dosyanın 27.04.2016 tarihli temyiz dilekçesinde, davacı vekili aynen "müvekkilim davalı işyerinden ücretleri zamanında ödenmediği, yıllık ücretli izin alamadığı için ayrılmak zorunda kalmıştır. Davalı şirket ise savunmasında müvekkilimin işyerinin düzenini bozduğunu, işe düzenli gelip gitmediğini, devamsızlık yaptığını iddia ederek müvekkilimi zor durumda bırakmaya, davayı kaybetmesini sağlamaya çalışmıştır. Oysa ki; müvekkilimin İş Kanunu'nun 24.maddesi hükmü gereğince iş sözleşmesini haklı nedenle fesih hakları doğmuş olup iş sözleşmesini haklı nedenle feshetmiştir." şeklinde belirterek, iş akdinin davacı tarafından haklı nedenle feshedildiğini açıklamıştır. Davacı vekilinin bu dilekçesi dikkate alındığında, işçilik alacakları ödenmeyen davacı işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiği açık olup, iş akdini haklı nedenlede olsa fesheden tarafın ihbar tazminatına hak kazanamayacağı anlaşıldığından, davacı işçinin ihbar tazminatı talebinin reddi gerekirken kabulü hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir." Y9HD. 2019/13345 K.

2- Mahkeme Dışı İkrar

İkrarın mahkeme dışında yapılması da mümkündür. Burada bir mektup, SMS veya benzeri bir yolla ikrar içeren bir belge bulunmuş olabilir. Yine başka kişiler huzurunda bir vakıa ikrar edilmiş olabilir. 

İkrarın bu türünde ikrar delili kesin delil olarak kabul edilmez. Takdiri delil değeri görür ve yargılama bu şekilde yürütülür.

Savcılık, emniyet gibi kurumlarda yapılan ikrarlar mahkeme dışı ikrar olarak değerlendirilir. Fakat Yargıtay'ın savcılık ifadelerindeki ikrarı kesin delil olarak nitelendirdiği kararları da bulunmaktadır. Bizce  mahkeme harici yapılan ikrarlar takdiri delil değeri görmelidir.

Hatırlatmakta fayda vardır ki sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrarlar tarafları bağlamayacaktır. Ayrıca sulh görüşmelerinin gizlilik içerisinde yapıldığı durumlarda bu ikrarları açıklamak suç teşkil edebilecektir. Örneğin arabuluculuk sırasında bir ikrar yapıldıysa dahi bu ikrar gizlilik ilkesi çerçevesinde açıklanamayacaktır.

İKRARDAN DÖNME

HMK'nın 188/2. Maddesine göre:

"Maddi bir hatadan kaynaklanmadıkça ikrardan dönülemez."

Hukuki bir hata (yani, ikrarın hukuki sonucunu bilmede hata) ikrardan dönme için yeterli değildir.

İkrardan ancak maddi hatadan doğduğu gerekçesiyle dönülebilir. Ancak, maddi hata halinde de, ikrar eden ikrardan dönebilmek için iki hususu birlikte ispat etmek durumundadır;

A- İkrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığı (gerçeğe aykırı olduğu).

B- İkrarın maddi bir hata sonucunda yapıldığı.

Bu nedenle taraf, gerçeğe uygun olmayan bir vakıayı bilerek ikrar etmiş ise bundan dönemez.

İKRAR TÜRLERİ VE İKRARIN BÖLÜNMESİ

Kanunda bulunmasa da uygulama ve öğreti de ikrar çeşitli ayrımlara tabi tutulmuştur. Yukarıda ikrarın yapıldığı yere göre ayrımlarından bahsetmiştik. Burada ise ikrarın yapılış şekline göre olan ayrımlarını açıklayacağız. İkrar; çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsamasına göre tam veya kısmi ikrar, içeriği itibariyle ise; basit (adi), vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) ikrar olarak sınıflandırılmaktadır. 

1-Basit İkrar

Basit ikrar; karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarın konusu olan vakıaların ayrıca kanıtlanmasına gerek bulunmamaktadır. Burada ikrarın kesin delil özelliği ön planadadır.

2- Vasıflı İkrar

Nitelikli ikrar olarak da anılan bu ikrar türünde karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ileri sürülenden başka olduğu bildirilmektedir. Vasıflı ikrarda ispat yükü davacı üzerindedir. Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukukî vasıfta olduğu ileri sürüldüğünde artık vasıflı ikrardan söz edilecektir. Vasıflı ikrar bölünemeyeceğinden  kanıtlama yükümlülüğü, davalıya değil, vakıayı ileri süren tarafa aittir. Aşağıda örnek bir Yargıtay kararı paylaşılmıştır:

"Davacının, gönderilme nedeni belirtilmeyen havaleyi, borç olarak verilmek üzere davalı P. Y.'ya gönderdiğine ilişkin iddiası davalıca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, şirket hisse devri karşılığı yapılan ödeme olduğu savunulmuştur. Böylece davalı P. Y., davaya konu paranın kendisine gönderildiğini ( maddi vakıayı ) ikrar etmiş, ancak, bunun davacı tarafından ileri sürülen nedenle ( borç olarak alınması ) değil, başka bir nedenle ( şirket hisse devri karşılığı yapılan ödeme amacıyla ) gönderildiğini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir.

Davalı P. Y.'nın, ikrar ettiği maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit ( adi ) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, yerel mahkeme kararındaki, davalı P. Y.'nın savunmasının değerlendirilmesinde belirtilen gerekçe ve kabulde isabet görülmemiştir.

Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.

O halde, somut olayda davalı P. Y.'nın savunması, vasıflı ikrar ( gerekçeli inkar ) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Buna göre, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa ( davalı P. Y.'ya ) değil, vakıayı ileri süren tarafa ( davacıya ) aittir.

Bu durumda, davacı, davaya konu paraların borç olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalı P. Y.'nın ödünç ilişkisini kanıtlama yükümlülüğü bulunmamaktadır."

3- Bileşik İkrar

Bu ikrar türünde taraf vakıayı kabul eder. Fakat bu vakıayı ortadan kaldırıcı bir başka sebep sunar. Bileşik  ikrarda bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. 

"Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır. Bu konuyu ayrıca açıklayacağız. Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir." YHGK

Aşağıdaki Yargıtay kararında konu örneklendirmiştir:

"27/03/2012 tarihli 85.100,00 TL bedelli plakalı aracın ödemesi" açıklamasını taşıyan dekont ile yapılan ödeme yönünden; dava dilekçesinde, davacının kredi ile almış olduğu plaka sayılı aracın 85.000,00 TL'lik bakiye kredi borcunun davalı tarafından bankaya ödenerek araç üzerindeki satılamaz kaydının kaldırıldığı, davacının ailesinden temin edilen 85.000,00 TL kredi borcunun davalıya ödenerek aracın geri alındığı belirtilmiştir. Davacı yan bu açıklaması ile paranın kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ve davalı tarafından ileri sürülen sebeple (borç olarak) gönderildiğini (vakıanın hukuksal niteliğini) ikrar etmiş, ancak ikrarına "paranın davalıya ödendiği" şekinde bir vakıa eklemiştir. Eklenen bu vakıa ile ikrar edilen vakıanın hükümsüz kaldığı, yani borcun sona erdiği iddia edilmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere burada bağlantısız bileşik ikrar söz konusu olup ikrar eden davacı, 85.100,00 TL'lik ödeme yönünden borcun sona erdiğini ispat yükü altına girmiştir.

02/05/2011 tarihli 8.000,00 TL bedelli, "borç" açıklamasını taşıyan dekont ile yapılan ödeme yönünden; ödeme tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 457 vd. maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal niteliği itibari ile bir ödeme vasıtasıdır. Diğer bir deyişle, havalenin mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Yasal karinenin tersini ileri süren havaleci bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/03/2003 gün, 2003/3-118 esas, 2003/158 karar sayılı ilamı). Somut olayda havale işlemi gerçekleştirilirken "borç" şerhi düşülmekle, yasal karinenin aksi havaleci (davalı alacaklı) tarafından ispatlanmış olup bu havalenin borcun ödenmesi amacıyla değil, borç verilmesi amacıyla yapıldığı kabul edilmelidir. Şu halde; 8.000,00 TL bedelli ödeme yönünden borcun sona erdiğini kanıtlama yükümlülüğü de davacı borçludadır.

Üzerinde "borç" şeklinde açıklama bulunmayan yahut bu anlama gelecek bir şerh ihtiva etmeyen (yukarıda belirtilen iki dekont dışındaki) dekontlar ile yapılan ödemeler yönünden; davalı takip alacaklısının, gönderilme nedeni belirtilmeyen havaleyi, davacıya borç olarak verilmek üzere gönderdiğine dair iddiası, davacı tarafından kabul edilmemiş; aksine ödemelerin dava ve ıslah dilekçelerinde belirtildiği üzere; hayatın olağan akışı içerisinde birlikte yaşayan kişiler arasında yapılan harcamalar olduğu savunulmuştur. Böylece davacı, takibe konu paranın kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak bunun davalı tarafından ileri sürülen sebeple (borç olarak) değil, başka bir sebeple gönderildiğini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir. Bu durumda; basit ve bileşik ikrarın söz konusu olmadığı açıktır. Zira her ikisinin de temel koşulu; ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Buradaki ikrarın vasıflı ikrar niteliğinde olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Vasıflı ikrarın bölünemeyeceği, yani vasıflı ikrarda bulunanın ispat külfeti altına girmeyeceği yukarda açıklanmıştır. Davacının bu nitelikteki dekontlarla ilgili ikrarı, vasıflı ikrar (gerekçeli inkar) niteliğinde olduğundan ispat külfeti vakıayı ileri süren davalı takip alacaklısındadır. Öte yandan, yukarda havale kurumu ile ilgili açıklanan yasal karine yönünden yapılacak değerlendirmede de ispat yükünün davalı alacaklıda (havalecide) olduğunda duraksama bulunmamaktadır. Eş söyleyişle davalı havaleci, havalenin mevcut bir borcun ödenmesinden başka bir amaca (davacıya borç verilmesi amacına) yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır." Y4HD. 2017/2049 K.

Tekrar açıklamakta fayda vardır ki bağlantısız bileşik ikrar bölünebilirken bağlantılı bileşik ikrarın bölünemeyeceği kabul edilmektedir. Aşağıda konuya ilişkin başka bir Yargıtay kararı paylaşılmıştır:

"Dava, makine tamirinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz. Vasıflı ikrarda, karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukukî niteliğinin ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.

Bileşik ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.

Davalı taraf savunmasıyla, maddi vakıayı ve vakıanın hukuki niteliğini kabul etmiş ancak ikrarına eklediği bağlantısız bir vakıayla ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmadığını, başka bir deyişle davacı yanca yapılan tamirden dolayı bir alacak hakkı doğmadığını savunmuştur. Bu nedenle davalı yanın ikrarı bağlantısız bileşik ikrar niteliğinde olup, bu ikrar türü bölünebilir nitelikte olduğundan ispat külfeti yer değiştirmiş ve davalı ispat külfetini üzerine almıştır.

Mahkemece, davalının bağlantısız bileşik ikrar niteliğindeki ikrarıyla ispat külfetini üzerine aldığı gözetilerek, davalının savunması üzerinde durulması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken ispat külfeti hususunda yanılgıya düşülerek karar verilmesi doğru görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekir." Y11 HD. 2021/6219 K.