BORÇLAR HUKUKUNDA YANILMA (HATA) HALLERİ

BORÇLAR HUKUKUNDA YANILMA (HATA) HALLERİ

Türk özel hukukuna hakim temel ilkelerden olan irade özgürlüğü ilkesi kişilerin kendi lehine hak ve aleyhine borç yaratabilmesi anlamına gelmektedir. Bu ilkenin Borçlar Kanunu’ndaki temel yansımalarından birini sözleşme özerkliği oluşturur. Kişiler genel hükümlere bağlı kalmak kaydıyla aralarında düzenleyecekleri sözleşmelerin içeriğini özgürce belirleyebilirler. Bunun yanında sözleşme özgürlüğü kapsamında kişi, sözleşme yapıp yapmamakta ya da sözleşmeyi kiminle yapacağı konusunda serbest bir seçim hakkına sahiptir. 

Kişiler tarafından düzenlenecek sözleşmelerin esaslı unsurunu irade beyanları oluşturur. Nitekim herhangi bir hukuki işlemin kurulması ancak irade beyanının açıklanması ile mümkün hale gelecektir. Dolayısıyla bir sözleşmenin geçerli bir sözleşme olarak kurulabilmesi ve hüküm doğurabilmesi ancak sağlıklı irade beyanlarının varlığı halinde mümkün olacaktır. Unutulmamalıdır ki irade bozukluğu halleri tek taraflı hukuki işlemler bakımından da gündeme gelebilir. 

Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir ( Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı., Ankara 2017, s. 392 ). 

İrade bozukluğu halleri 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ( TBK ) 30 ila 39. maddeleri arasında “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. İnceleme konumuzu yanılma hali oluşturduğundan burada yalnızca yanılma haline ilişkin açıklamalara yer verilecektir. 

Yargıtay HGK kararlarında yanılmaya ilişkin şu ifadeleri kullanmıştır: 

“Yanılma (hata); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk halidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukuki işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir. İradesini beyan etmek isteyen kimse, kendi dalgınlığı veya yanlış anlaması sonucunda gerçek iradesini istemediği bir şekilde açığa vurmuş olabileceği gibi; hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan birtakım nedenlerden ötürü de olabilir. Böylelikle kişi, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunarak iradesini sakatlamaktadır. Yanılgıya düşen kişi karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın iradesine uygun olmayan bildirimde bulunmaktadır.” 

TBK’nın 30. Maddesine göre; sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz. Maddeden çıkan sonuca göre hata hallerinin tamamı sözleşmenin geçersiz olmasına sebebiyet vermez. Burada esaslı ve esaslı olmayan hata olmak üzere ikili bir ayrım yapmak gerekir. Esaslı hallere ilişkin 31. Maddede düzenleme yapılmıştır. Aşağıda ayrı başlıklar altında detaylı açıklamalar yapılacaktır. 

Son olarak belirtmek gerekir ki TBK’nın 32. Maddesi saikte yanılma halini düzenlemiş ve bu hali esaslı bir yanılma hali saymamıştır. İlgili hükme göre; saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.

ESASLI YANILMA (HATA)

Yukarıda da belirttiğimiz üzere TBK her yanılmayı sözleşmenin iptali sebebi olarak görmemiş ancak esaslı yanılmalar sebebiyle bu yola başvurulabileceğini düzenlemiştir. Burada öncelikle esaslı yanılmanın ne olduğu üzerinde durmak gerekir. Esaslı yanılma halleri saikte yanılmanın dışında kalan açıklama yanılmaları olarak değerlendirilir. TBK’nın 31. Maddesinde esaslı yanılma halleri 5 bent halinde sayılmıştır. Fakat bu sayma sınırlı değildir. Bu kapsamda değerlendirilebilecek bütün hata halleri sözleşmenin iptaline sebebiyet verebilir. Kanunda sayılan esaslı yanılma halleri şunlardır: 

  1. Sözleşmenin niteliğinde yanılma. 
  2. Konuda yanılma. 
  3. Kişide yanılma. 
  4. Miktarda yanılma. 
  5. Sözleşme yapılırken kimliği göz önüne alınan kişide yanılma. 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında esaslı yanılmaya ilişkin oldukça detaylı açıklamalara yer vermiştir. İlgili karara göre: 

“Yanılma günlük hayatta sık rastlanan bir olaydır. Yanılmanın çeşitli türleri vardır. Zaman yönünden yanılma türleri, geçmişteki, hâldeki ve gelecekteki bir olay veya duruma ilişkin yanılma olmak üzere üçe ayrılır. Ayrıca yanılmanın hukuki ve fiili yanılma şeklinde ikiye ayrılması mümkündür. TBK. m. 30 “esaslı yanılma”, “esaslı olmayan yanılma” ayrımını yapmaktadır. Sözü geçen maddeye göre sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz. Buna karşılık esaslı olmayan yanılmada sözleşmenin geçerliliği kesin olup, burada yapılan sözleşmeyi iptal edemez. Esaslı yanılma, Türk Borçlar Kanunu'nda tanımlanmış olmamakla birlikte, TBK. m.31/I, bent 1 – 5'te ve 32'de bunun örnekleri sayılmıştır. Sözü geçen 31/I. maddede 5 bentte sayılan esaslı yanılma hâlleri beyan yanılması iken, 32. maddede düzenlenen esaslı yanılma hâli nitelikli saik yanılması, yani temel yanılmasıdır. 

Türk Borçlar Kanunu’nun esas aldığı yanılma hâlleri bir başka açıdan “esaslı yanılma” ile “saik yanılması” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Türk Borçlar Kanunu, hukuki işlemlerde güven ilkesi sebebiyle kural olarak yalnız beyan yanılmasını esaslı yanılma saymıştır. Bununla birlikte Kanun koyucu, hakkaniyet ve adalet duygularını dikkate alarak istisnai hâllerde saik yanılmasını da kabul etmiştir. Gerçekten, Türk Borçlar Kanunu hukuken önem arzeden saik yanılmasını üç hâlde düzenlemiştir. Bunlar; temel yanılması, aldatma ve gabin hâlleridir ( Eren, s.394 ).

Esaslı hata 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda tanımlanmadığı gibi, 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nda da esaslı hataya yönelik bir tanıma yer verilmemiştir. Ancak Kanunun 24. maddesinde esaslı hatayı belirlemeye yarayacak bazı dayanaklara yer verilmiştir. 

Doktrinde yazarlar esaslı hatayı şöyle tarif etmektedirler: “İrade ile beyan arasındaki fark beyan sahibi tarafından bilinseydi, beyanda bulunmayacağı kabul edilebilecek derecede önemli ise yanılma esaslıdır.” ( Tunçomağ, s.337 ). 

6098 Sayılı TBK'nın “Yanılma hâlleri” genel başlıklı “Açıklamada yanılma” alt başlıklı 31. maddesinde; 

“Özellikle aşağıda sayılan yanılma hâlleri esaslıdır: 

1. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa. 

2. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa. 

3. Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa. 

4. Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa. 

5. Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa. 

Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir.” 

düzenlemesine yer verilmiştir. 

Aynı Kanunun “Yanılma hâlleri” genel başlıklı “Saikte yanılma” alt başlıklı 32. maddesi; 

“Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.” 

Türk Borçlar Kanunu m. 30'a göre, sözleşmelerde yalnız esaslı yanılma önem ifade eder. Buna karşılık esaslı olmayan yanılma, sözleşmenin geçerliliği üzerinde bir etkiye sahip değildir. TBK. m. 32’nin ilk cümlesi saik yanılmasını esaslı yanılma olarak kabul etmemiştir. Ancak, burada söz konusu olan 'adi saik yanılması'dır. Buna karşılık, aynı maddede temel yanılması denilen nitelikli saik yanılması, esaslı yanılma sayılmıştır. TBK. m. 31 /I'da 5 bent hâlinde esaslı yanılma teşkil eden hâller sayılmıştır. Ancak, bu sayma sınırlayıcı nitelikte olmayıp, sadece örnek niteliğindedir. Bu nedenle bunlara benzer durumlar da esaslı beyan yanılması olarak kabul edilebilir. TBK. m. 32 'de ise, beyan yanılması değil, nitelikli saik yanılması, yani temel yanılması, bir esaslı yanılma hâli olarak düzenlenmiştir. 

Yanılmadaki esaslılık unsuru, bir görüşe göre sübjektif olarak değerlendirilmelidir. Buna göre beyan sahibinin, beyanının anlamını doğru olarak anlaması hâlinde, böyle bir beyanda bulunamayacağı kabul edildiği taktirde irade ile beyan arasındaki uygunsuzluk esastır. Buna karşılık objektif görüşe göre esaslılık unsuru, sübjektif değil, objektif ölçülere göre yorumlanmalıdır. Esaslılık unsuru iş çevrelerindeki hâkim ve geçerli görüşe, makûl değerlendirmelere göre tespit edilmelidir ( Eren, s.399 ). 

Genel olarak, bir kimse genellikle dikkatsizlik sonucu gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunur. Fakat yanılarak beyanda bulunan kimsenin yasa tarafından korunması için, yanılmanın mazur görülebilir mahiyette olması gerekmez. Gerekli olan, yanılmanın esaslı olmasıdır. Şu hâlde, esaslı yanılma, yanılmanın mahiyetiyle değil, fakat yasa tarafından kendisine bir iptal ( bozma ) hükmü bağlanması ile ilgilidir ( Tunçomağ, s.336 ). 

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda esaslı yanılma hâlleri ayrı ayrı belirtilmiştir. 

Bunlardan ilki sözleşmenin niteliğinde yanılmadır. 

Burada yanılan taraf işlem iradesine uygun bir sözleşme yapmak istemekte, ancak yanlışlıkla kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamaktadır ( TBK. m.31 /I-bent 1 ). Böylece görünüşte kurulan sözleşme türü ile kurulmak istenilen sözleşme türü, hukuki nitelik ve içeriği itibariyle birbirinden farklıdır. Sözleşmenin tipinde bir yanılma vardır. 

Sözleşme yapma iradesine sahip olmayan, bu sebeple de herhangi bir sözleşme yapmak istemeyen bir kimsenin, yanlışlıkla istemeden beyanda bulunması hali de buraya girer ( Eren, s.400 ). 

Mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun ( BK ) 24. maddesinin 1. fıkrasında da sözleşmenin niteliğinde hataya ilişkin düzenleme yer almıştır. Hata ettiğini iddia eden tarafın bir akit hakkındaki rızasını beyan ederken başka bir akdi kastetmesi durumunda ortada esaslı bir hatanın varlığından söz edileceği belirtilmiştir. 

Diğer bir anlatımla kişinin sözleşme yapma iradesi vardır, ancak bu iradeye uygun olmayan bir başka sözleşme yapmıştır. 

Esaslı yanılma hâllerinden ikincisi sözleşmenin konusunda yanılmadır. 

Yanılan, gerçekte istediğinden başka bir konu için iradesini beyan etmişse, konuda yanılma söz konusu olur. Burada geçen konu sözcüğü geniş yorumlanmalı ve bundan “sözleşmenin konusunu oluşturan şey” anlaşılmalıdır ( Eren, s.400 ). 

818 Sayılı BK'nın 24. maddesinin 2. bendinde de bu konuya ilişkin bir hüküm bulunmaktadır. Burada bir eşyanın ayniyetiyle ilgili bir yanılma vardır. Bu yanılma, bir eşya tarif ve tayin edilirken yapılan yanlışlıklardan doğmaktadır ( Tunçomağ, s.339 ). 

Kişi, sözleşmenin konusuyla ilgili sahip olduğu iradeden, farklı bir konuya ilişkin beyanda bulunmuştur ( Kılıçoğlu, A.M.:Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Genişletilmiş 5. Bası, Ankara 2005, s.127 ). 

Sözleşmenin niteliğinde ya da konusunda hata bazen yazılı bir sözleşmenin okunmadan ya da anlaşılmadan imza edilmesi nedeniyle gündeme gelebilir. Güven teorisine göre bu durumda da sözleşme kurulmuş ve geçerlidir. Ancak hataya düştüğünü iddia eden kişinin, beyanının içeriğinden bilgi sahibi olmadığını bile bile sözleşmeyi imza etmiş olması durumu hariç, yazılı metni okumadan ya da anlamadan imza etmesinin prensip olarak beyan hatası sayılabileceği kabul edilmektedir. 

Aynı durum genel işlem şartları içeren sözleşmeler için de söz konusu olabilir. Özellikle anlaşılmamış ya da şaşırtıcı hükümler içeren Genel İşlem Şartları içeren sözleşmelerin okunmadan ya da anlaşılmadan imza edilmesi hâlinde de hata nedeniyle iptal söz konusu olabilmektedir ( Kılıçoğlu, s.127 ). 

Eğer bir kimse eşyada değil de, eşyanın niteliklerinde yanılmışsa o zaman BK'nın 24. maddesinin 4. bendi devreye girer. 

Karşı tarafın kimliğinde yanılma ile karşı tarafın niteliğinde yanılma hâlleri de esaslı yanılma hâli olarak kabul edilir. Yine edim veya karşı edimin miktarındaki yanılma da esaslı yanılmadır.TBK. m. 31 /I bent 5'e göre yanılan, yapmak istediği sözleşmede gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde çok veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamış ise, bu hâlde de esaslı beyan yanılması söz konusu olur. Miktarda yanılmanın gerçekleşmesi için gerçekte istenen miktarla sözleşmede fiilen kararlaştırılan miktarın önemli ölçüde birbirinden farklı olması gerekir. Buna karşılık borçlanılan edim veya karşı edimin değeri üzerindeki yanılma, miktarlar istenilene uymaktaysa, buraya girmez. Değer yanılması, ilke olarak saik yanılmasıdır ( Eren, s.401 ). 

Basit hesap yanılmasını miktarda yanılmadan ayırmak lâzımdır. Basit hesap yanılması, toplama, bölme veya çıkarma işlemlerindeki yanılmalardır. TBK. m. 31 /II'ye göre sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir ( Eren, s.401-402 ). 

Aynı şekilde BK'nın 24. maddesinde eşyada, kişide ve miktarda yanılmaya yönelik düzenlemeler bulunmaktadır. Bir kimsenin kişide yanılmasının esaslı yanılma sayılabilmesi için yapılacak olan hukuki işlemin o kişi göz önüne alınarak yapılması gerekir. 

Öte yandan borçlu edimi şahsen yerine getirmekle yükümlü olduğu hukuki bir ilişkide borçlunun ödeme gücü esaslı bir âmil olduğu taktirde de, esaslı yanılma söz konusu olur. 

Buna karşılık, kişinin niteliklerindeki yanılma, BK. 24 bent 4'deki temel yanılması içinde yer alır ( Tunçomağ, s.339 ). 

BK'nın 24. maddesinin 3. bendinde miktarda yanılma açıklanmıştır. Bu yanılma türü genelde cins borcunu ihtiva eden sözleşmelerde karşımıza çıkar. 

Bir kimse, karşı yandan isteyeceği miktarı tayin ederken, giderini pek düşük hesaplamak, bazı kalemleri hesaba katmamak suretiyle yanılmış; hesaplama yanlışlığı yapmışsa, bunu, aslında saiklerle ilgili bir yanılma olduğu için, karşı yana ileri süremez. Bu gibi yanılmalar açık olmadığı için, karşı yan bunları doğrudan doğruya görmek ve incelemek olanağına sahip değildir. 

Adi hesap yanlışlıklarına gelince, bunlar ne miktarda yanılma ve ne de hesaplama yanlışlıkları içerisine sokulabilir. Adi hesap yanlışlığı, bir hesap pusulasındaki rakamların yanlış toplanması, satılan şeyin ölçü ve fiyatı belirli olduğu halde çarpmanın yanlış yapılması gibi hallerde ortaya çıkar. Bunlarda bir yanlışlık olduğu açık ve meydanda olduğundan, bunların düzeltilmesi gerekir ( BK. 24/III ) ( Tunçomağ, s.341-342 ).” YHGK 2018/1847 K. 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin bir kararında ise aşağıdaki ifadeler kullanılmıştır: 

“Davacının, konumunun farklı yerde olduğunu sandığı arsayı satın aldığı zannı ile pazarlık yaparak taşınmaz bedelini ödediği ve taşınmazın adına tescil edildiği, anılan işlemde hataya düştüğünü ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Dava yanılma ( hata ) hukuksal nedenine dayanmaktadır. Sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hatanın esaslı kabul edilebilmesi için hem yanılgıya düşen taraf yönünden hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili ( makable şamil ) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. İptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir. Taraf delillerinin yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilip oluşacak duruma göre karar verilmesi gerekirken davanın reddi hukuka aykırıdır.” 2013/2179 K.

SAİKTE YANILMA - TEMEL YANILMASI

Saikte yanılma kişinin arzusundan başka bir irade açıklamasında bulunmasını ifade eder. Yukarıdaki kanun maddesinden anlaşılacağı üzere saikte yanılma esaslı bir yanılma hali değildir. Buna karşın TBK’nın 32. Maddesinde özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre bazı şartların varlığı halinde saik yanılması da esaslı kabul edilir. Bu şartların düzenlendiği TBK’nın 32. Maddesi aşağıdaki gibidir: 

“Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.” 

Hükümden çıkan sonuca göre saikte yanılmanın esaslı yanılma kabul edilebilmesi için aşağıdaki şartların bir arada bulunması gerekir: 

a- Sözleşme taraflarından biri sözleşme yapma arzusunun oluşmasına etki yapan bir hususta yanılmış olmalıdır. 

b- Yanılma konusu husus yanıldığı konuyu sözleşmenin temeli saymalıdır.

c- Yanılma konusu saik karşı tarafça bilinebilir olmalıdır. 

Saikte yanılmanın bu hali temelde yanılma olarak isimlendirilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu temelde yanılmaya ilişkin şu ifadeleri kullanmıştır. 

“Esaslı yanılmanın son hâlini ise temel yanılması ( nitelikli saik yanılması ) oluşturur. 

Temel yanılmasında, bir olay veya durum hakkında sübjektif ve objektif yönden mevcut yanlış bir tasavvur ( düşünce ) söz konusu olduğundan, bu olay veya durum, ilke olarak sözleşmenin ( beyanın ) içeriğine dâhil değildir. Ancak bu olay veya durum sözleşmenin içeriğine de dâhil olabilir. 

Temel yanılmasında, işlem iradesi ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur. Beyan, iradeye uygundur. Fakat irade oluşum safhasında sakatlanmıştır. Esasen bu yüzdendir ki temel yanılması her şeyden önce bir saik yanılması olarak kabul edilmektedir. Temel yanılmasının esaslı yanılma olarak kabul edilmesinin sebebi, hakkaniyet fikridir. Bu yanılma, basit saik yanılması sayılsaydı, yanılan sözleşmeyi iptal edemeyecekti. Kanun koyucu bu durumun yaratacağı ağır sonuçları yanılan yararına yumuşatmak amacıyla bu yolu seçmiştir ( Eren, s.402 ). 

Temel yanılmasının söz konusu olabilmesi için öncelikle saik yanılmasının bulunması gerekir. Buna göre, taraflardan birisi işlem iradesinin dayandığı belirli bir olay hakkındaki tasavvuru ile gerçek durum arasında bir uyumsuzluğun bulunması, işlem iradesinin gerçek hakkındaki yanlış bir tasavvur sonucu bozuk şekilde oluşması gerekmektedir. Yine sübjektif unsur da temel yanılmasının diğer bir unsurudur. Burada, yanılanın yanıldığı hususları bilmiş olsa idi sözleşmeyi hiç yapmayacak olması ya da bu şekilde yapmayacak olması durumu söz konusudur. 

Sübjektif unsurda yanılan, sözleşmenin temel unsuru olarak saydığı olay ve durumlar hakkında yanlış bir farz ve kabule, hatalı bir tasavvura sahiptir. Bu nedenle, yanlış kabul ve tasavvur, yanılan için o kadar önemli olmuştur ki, onu söz konusu sözleşmeyi yapmaya sevketmiştir ( Eren, s.404 ). 

Temel yanılmasının diğer bir unsuru objektif unsurdur. Belirli bir durum veya olay hakkındaki yanlış tasavvur, yani saik yanılması sadece yanılan taraf yönünden değil, aynı zamanda iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına göre, makul ve doğru düşünen kişiler yönünden de sözleşmenin temeli sayılmalıdır. Böylece, iş ilişkilerindeki dürüstlük kuralı, yanılan tarafın bir olayı sözleşmenin temeli olarak kabulünü haklı gösteriyorsa, temel yanılmasının objektif unsuru da gerçekleşmiş olur ( Eren, s.404 ). 

Temel yanılmasının son unsuru olan bilinebilirlikte ise; karşı taraf, yanılanın yanıldığı saiki sözleşmenin temeli saydığını biliyor veya dürüstlük kuralına göre gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsa idi bilebilecek durumda bulunuyor ise artık bu unsur varlığı söz konusu olur. 

Mülga 818 Sayılı BK'nın 24. maddesinin 2. fıkrasında da esaslı sayılan saik yanılması hükme bağlanmıştır. İlgili bu maddeye göre bir kimsenin beyan ettiği şeyi gerçekten istemesi, ancak kendisini bu beyanı yapmaya yönelten durum hakkında yanılması hâlinde saik yanılmasından söz edilir. Bu durumda yapılan işlem sakatlanmaz. 

Fakat bu hükmün de bir takım istisnaları bulunmaktadır. BK'nın 24. maddesinin 4. fıkrasında bu istisnalara yer verilmiştir. Şu hâlde, saikte yanılmanın esaslı olması için, sübjektif yönden beyan sahibinin, belli bir durumu beyanının zorunlu unsuru olarak kabul etmesi ve aynı durumun objektif yönden de ( ticari doğruluk kurallarına göre de ) hukuki muamelenin zorunlu bir unsuru olarak görünmesi gerekir. Sonuncu noktanın gerçekleşmesi için, saik yanılmasındaki önemin karşı tarafça bilinmesi veya bilinmesinin gerekmesi de şarttır ( Tunçomağ, s.343 ). 

Beyan yanılmalarında ise, yanılmanın karşı tarafça bilinmesi veya bilinebilir olması gerekmez. Tam tersine, beyan yanılması karşı tarafça biliniyor veya dürüstlük kuralına göre bilinebilecek durumda bulunuyorsa, yanılmadan söz edilemez. Zira karşı tarafın, yanılanın yanılmasını bilmesi veya bilebilecek durumda olması hâlinde sözleşme, güven teorisine göre kurulur ve artık yanılma sebebiyle iptal edilemez. 

Temel yanılmasının oluşması için yanılanın kusurlu olup olmaması önem taşımaz. Kusur, temel yanılmasını önleyen bir unsur değildir ( Eren, s.406 ). 

TBK. m. 34 'te, TMK m. 2 'de düzenlenmiş olan dürüstlük kuralı, dolayısıyla hakkın kötüye kullanılması yasağı, özel bir uygulama alanı bulmuştur. Buna göre yanılan taraf, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. Bu nedenle karşı taraf, yanılanın yanıldığını bilmiyor veya yanılma sebebiyle sözleşmenin ipt.... hâlinde, muhatabın uğrayacağı zarar, yanılanın uğrayacağı zarardan daha fazla bulunuyor ya da yanılmaya rağmen sözleşmenin ifası, yanılan tarafı zarara sokmayacak ise, yanılmayı öne sürerek sözleşmenin ipt....ni istemek dürüstlük kuralına aykırı düşer. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur ( Eren, s.409 ). 

Bu durum mülga BK'da da yerini almıştır. Borçlar Kanunumuzun 25. maddesi yanılmayı öne sürme hakkını sınırlamıştır. Gerçekten adı geçen maddeye göre, yanılan bu yanılmasına, dürüstlük kuralına aykırı bir surette dayanamaz. Örneğin, yanılan o şeydeki çıkarı çok az olduğu hâlde, sırf karşı yanı rahatsız etmek için yanılmayı ileri süremez. Sonra yanılanın yaptığı yanlışlığın kendi yararına olması hâlinde de hüküm aynıdır ( Tunçomağ, s.347 ). 

İradeyi sakatlayan nedenler ve bu kapsamda esaslı hataya ilişkin açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; taraflar arasında menfi tespit ve istirdat ile alacak ve itirazın ipt.... istemi ile bir asıl iki birleşen olmak üzere üç davanın bulunduğu, asıl davada davacı ...'in olması gereken ortak borcunun yanlış hesaplama neticesinde daha fazla çıktığını, davacının da borcu ödemek zorunda kaldığını, bu yanlışlığın ise hesap tablolarındaki hatadan kaynaklandığını ileri sürdüğü görülmektedir.”

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2021/4110 K. Sayılı kararı ise aşağıdaki gibidir: 

“Bilindiği üzere 6098 Sayılı TBK'nın 32. maddesi “Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.” biçiminde düzenlenmiştir. Saik yanılması, yanılmanın belirli bir kimseyle belirli içerikte bir sözleşme yapma iradesinin gerçeklere uymayan, yanlış tasavvurlar sonunda sakat oluşmasıdır. Saik yanılması, işlem iradesinin oluşumundaki yanılmadır ( Eren, s.426 ). Saik yanılması, sözleşme içi bir unsura ilişkin olabileceği gibi, sözleşme dışı bir unsurla da ilgili olabilir. Sözleşme içi unsura ilişkin yanlış tasavvur, “nitelik yanılması” olarak adlandırılır. Sözleşme dışı unsurlara ilişkin saik yanılmasında ise, sözleşme yapan kişi, sözleşmeye konu şeyin yanlış olarak belirli bir tarzda kullanılabileceğini zannetmekte, oysa gerçek durum böyle olmamaktadır. Bu gibi hallerde, yanılanın yanıldığı hususları bilmiş olsa idi sözleşmeyi hiç yapmayacak olması ya da bu şekilde yapmayacak olması durumu söz konusudur. Yanlış kabul ve tasavvur, yanılan için o kadar önemli olmuştur ki, onu söz konusu sözleşmeyi yapmaya sevk etmiştir. Öte yandan, karşı taraf, yanılanın yanıldığı saiki sözleşmenin temeli saydığını biliyor veya dürüstlük kuralına göre gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsa idi bilebilecek durumda bulunuyor ise artık saikte esaslı bir yanılmanın varlığında duraksanmamalıdır. 

Genel nitelikteki bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; dosya kapsamı uyarınca, davacı yanın davalılardan hisselerini devraldığı ... Tarım Ürünleri Zirai İlaç, Gübre, Hayvansal Gıda Maddeleri İnş. Malz. Tic. Ltd. Şirketi'nin alabalık çiftliği olarak işletilmek üzere projelendirilmiş bir ticaret işletmesinin bulunduğu ve esasen davacının hisse devrine ilişkin sözleşmeleri de şirket bünyesindeki söz konusu ticari işletmenin sahibi olabilmek amacına matuf olarak akdetmiş olduğu, bu yöndeki iradenin ise hayatın olağan akışı çerçevesinde dürüstlük kurallarına aykırı ve yadırganan bir durum olarak addedilemeyeceği ortadadır. Yine dosya kapsamı uyarınca, anılan alabalık çiftliği için gerekli olan suyun, önceden, ...Tarım Gıda ve Hayvancılık Müdürlüğü ile yapılan kira sözleşmesi ile Kısık Suaçan Deresi'nden temin edildiği, şirket hisse devri sırasında da bu durumun mevcut olduğu ancak 22.09.2011 tarihli kira sözleşmesinin DSİ'nin uygun görüşü alınmadan akdedilmiş olduğunun dosyada mevcut yazılardan anlaşılmakta olup hisse devrinden önce söz konusu işletme mahallini de içine alan ve DSİ tarafından öteden beri yürütülmekte olan gölet projesi nedeniyle davacı tarafın tek ortağı olduğu şirkete kiralanmış olan suyun kesileceğinin DSİ Etüt Planlama ve Tahsisler Daire Başkanlığı'nın 01.12.2015 tarihli yazısı ile ...İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü'nün davacıya gönderdiği 25.01.2016 tarihli yazısıyla bildirilmiş olduğu, bu nedenle artık işletmenin faaliyetine devam etme olanağının kalmadığı belirlenmiştir. Bu durumda davacının hisse devri sözleşmesinin saikinde esaslı bir hataya düşmüş olduğunda duraksanmamalıdır. Şu halde, davacının sözleşmenin saikinde düşmüş olduğu esaslı nitelikteki bu hatayı, hisse devreden davalıların bilebilecek durumda olup olmadıklarının tayini gerekir. Bu kapsamda dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerden, davacının akidi davalı ...'nın ...İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü'nde mühendis olarak çalıştığı, yukarda sözü edilen gölet projesi nedeniyle çiftliğin suyunun kesilme durumunu bilebilecek bir konumda olduğu, nitekim ortağı olduğu şirketin alabalık çiftliğinin genişletilmesi projesine ilişkin başvurusunun akim kaldığı, anılan davalının hisse devir sözleşmesinden önce kendi isteğiyle başka bir ile tayin isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Şu halde, davalı ...'nın, davacının hisse devri sözleşmesinde düşmüş olduğu esaslı yanılmayı bilebilecek durumda olduğu gibi diğer davalıların da alabalık çiftliğinin akıbetini bilebilecek durumda olduklarının kabulü hayatın olağan akışına uygundur. Bu nedenle, hisse devri sözleşmesinin hükümsüzlük koşullarının oluştuğunun kabulüyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine ve Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın temyiz eden davacı yararına bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.” 

Burada karşı tarafça bilinebilme şartına özellikle dikkat edilmelidir. Bu hususa ilişkin örnek bir Yargıtay kararında aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur: 

“Dava menfi tespit davasıdır. Davacı irade fesadına uğratılarak konut kredisine kefil olduğunu zannederek davaya konu ticari kredi sözleşmesinin limit artımına dair limit artırım sözleşmesini kefil sıfatıyla imzalamıştır. Davacının davalılardan birinin babası, diğerinin ise kayınpederi olduğu, bu denli yakın akrabalık ilişkisi içinde oldukları, bu sebeple davacının kendisinin yanıltıldığına yönelik iddialarının samimiyetten uzak olduğu, davalıların hangi amaçla kredi aldıklarını bildiğinin kabul edildiği, bu sebeplerle davacının iddiasının kesin, inandırıcı somut delillerle ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.” Y19. HD. K. 2012/15943

ESASLI YANILMA (HATA) NEDENİYLE SÖZLEŞMENİN İPTALİ

Esaslı yanılma halleri beyan yanılması ve temel yanılması olarak iki türe ayrılır. Yukarıda bu konuların detaylarına değinmiştik. Esaslı yanılmanın her iki türünde de yanılan kişinin sözleşmenin iptalini isteme hakkı bulunur. 

TBK’nın 39. Maddesine göre; Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır. 

Burada iptal istemi için bir yıllık hak düşürücü süre belirlenmiştir. Bu süre hakim tarafından re’sen gözetilir. 

İptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir. 

Kanun koyucu bazı durumlarda iptal hakkının kullanılamayacağını düzenlemiştir. TBK’nın 34. Maddesine göre: 

“Yanılan, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. 

Özellikle diğer tarafın, sözleşmenin yanılanın kastettiği anlamda kurulmasına razı olduğunu bildirmesi durumunda, sözleşme bu anlamda kurulmuş sayılır.” 

TBK. m. 34 'te, TMK m. 2 'de düzenlenmiş olan dürüstlük kuralı, dolayısıyla hakkın kötüye kullanılması yasağı, özel bir uygulama alanı bulmuştur. Buna göre yanılan taraf, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. Bu nedenle karşı taraf, yanılanın yanıldığını bilmiyor veya yanılma sebebiyle sözleşmenin iptal, hâlinde, muhatabın uğrayacağı zarar, yanılanın uğrayacağı zarardan daha fazla bulunuyor ya da yanılmaya rağmen sözleşmenin ifası, yanılan tarafı zarara sokmayacak ise, yanılmayı öne sürerek sözleşmenin iptalini istemek dürüstlük kuralına aykırı düşer. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur ( Eren, s.409 ).

SÖZLEŞMENİN İPTALİ NEDENİYLE KARŞI TARAFIN UĞRADIĞI ZARARIN TAZMİNİ - YANILANIN KUSURU

TBK’nın 35. Maddesine göre: 

“Yanılan, yanılmasında kusurlu ise, sözleşmenin hükümsüzlüğünden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak, diğer taraf yanılmayı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, tazminat istenemez. 

Hâkim, hakkaniyetin gerektirdiği durumlarda, ifadan beklenen yararı aşmamak kaydıyla, daha fazla tazminata hükmedebilir. 

Maddede belirtildiği üzere yanılma halinde yanılanın kusurunun varlığı sözleşmenin iptaline engel teşkil etmez. Buna karşı kendi kusuru neticesinde yanılan tarafın diğer tarafın menfi ve gerektiğinde müspet zararını karşılaması gerekir. Konuya ilişkin bir Yargıtay kararında aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur: 

“Dava, yanılma ( hata ) hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Bilindiği üzere, sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, TBK'nın 35. (BK'nın 26.) maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir. Öte yandan, yanılma ve aldatma her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle de bağlı değildir. Öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def'i yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Somut olaya gelince, dosya içeriği ve toplanan delillere göre temlikin iradi olduğu ve hata ( yanılma ) koşullarının oluşmadığı sonucuna varılmaktadır. Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.” Y1HD. 2019/2902 K.