DOKTOR HATASI TAZMİNAT DAVASI

DOKTOR HATASI TAZMİNAT DAVASI

Doktor hatası tazminat davasının tıp literatüründe adı Malpraktis davasıdır. Malpraktis, geniş anlamda, hekimin tıbbı yanlış ve kötü uygulamasıdır. 1992 yılında 44. Dünya Tabipler Birliği genel kurulunda kabul edilen "Malpractice" Bildirisi’ne göre, 

“Tıbbı yanlış uygulama ile, tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen, hekimin hatası olmayan durumlar ayrılmalıdır.

a) Tıbbı yanlış uygulama (Malpractice); doktorun tedavisi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan "zarar" dır. 

b) Tıbbi uygulama sırasında öngörülemeyen bilgi ya da beceri noksanlığı sonucu oluşan ise; istenmeyen sonuçtur ve bunda hekimin sorumluluğu yoktur.” 

Doktorların tıp mesleğini uygularken tıbbi standartların dışına çıkmaları durumunda, beceri, deneyim, bilgi eksikliği nedeniyle veyahut ilgisiz kalmaları nedeniyle hastaya zarar verdikleri durumlarda cezai sorumluluğun yanında hukuki sorumlulukları bulunur. Hastaya verdikleri zararı tazminle yükümlüdürler. 

Doktor hatası nedeniyle tazminat davası açabilmek için, öncelikle hasta-hekim arasındaki ilişkinin hukuki boyutunu doğru tespit etmek gerekir. Zira hekimlerin tıbbı kötü uygulamalarının özel hukuk bağlamında sorumluluk doğurması nedeniyle tazminat talep etme yoluna gidilebilmesi için hasta-hekim arasındaki hukuki ilişkinin tespiti en önemli kilit taşıdır. Tıbbi uygulama hatası nedeniyle açılacak tazminat davasında sorumluluk hükümlerini, hasta-hekim arasındaki hukuki ilişki belirleyecek ve farklı ilişki nitelendirmeleri bu davalarda farklı hukuki sonuçlar doğuracaktır. Dolayısıyla hukuki ilişkinin tespitinde yapılacak bir hata, çok büyük hak ve zaman kayıplarına sebebiyet verebilir. Bu noktada hem hukuki hem tıbbi bilgi gerektiren bu tür davaların hastalar tarafından bu konuda uzman bir avukat yardımı alarak takip etmeleri önerilir.

HASTA – HEKİM İLİŞKİSİ NE ZAMAN BAŞLAR?

Hasta ile hekim arasındaki teşhis ve tedavi maksatlı kurulan ilişkinin özel hukuk çerçevesinde ne tür bir görünüm arz ettiğinin belirlenebilmesi için öncelikle bu ilişkinin başlangıç anı bilinmelidir. 

Hasta teşhis ve tedavi maksadıyla doktora başvurur ve doktor da hastayı kabul ederek tıbbi öyküsünü (anamnezini) almaya başlar. İşte bu noktada hasta ile hekim arasında, özel hukuk çerçevesinde değerlendirebileceğimiz hukuki ilişki başlamış kabul edilir. 

ANAMNEZ: Hastalığın teşhisi noktasında en önemli basamaktır. Hekimin hastasına sorular sorarak hastanın mevcut olan veya geçmiş de olan hastalıkları, bugüne kadar başından geçen tedaviler, kullandığı ilaçlar vs. gibi konularda bilgi sahibi olur. Dolayısıyla hastadan alınan bilgiler hekime teşhis noktasında yol gösterici olabildiği gibi eksik ve hatalı anamnez de ileride hekimin yanlış teşhisine ve sorumluluğuna neden olabilir.

HEKİMİN TAZMİNAT DAVASINA KONU OLABİLECEK YÜKÜMLÜLÜKLERİ

Hekimin hasta ile arasındaki sözleşmesel veya diğer ilişki türlerinden kaynaklı hastaya karşı yükümlülükleri bulunur. Malpraktis davasına konu olan olgular bu yükümlülüklere aykırılık sonucu gerçekleşir. Dolayısıyla hekim ile hasta arasındaki ilişkinin türünü tespit ettikten sonraki en önemli mesele hekimin tazminat sorumluluğuna hangi yükümlülüğünü ihlal nedeniyle gidileceğinin tespitidir. Bu nokta da genel hatlarıyla hekimin hastaya karşı yükümlülüklerini inceleyecek olursak;

HEKİMİN AYDINLATMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

HHY. Md. 24 e göre “Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası alınır.” Tıbbi müdahaleyi uygulayacak olan hekimin hastasını, uygulanacak tıbbi müdahalenin niteliği, riskleri ve varsa komplikasyonları hakkında bilgilendirme yükümlülüğü vardır. Usulüne göre alınmamış rıza durumunda veya alınmış rızanın kapsamının dışına çıkılarak yapılan tıbbi müdahale hukuka aykırı olacağından hekimin hastada oluşacak maddi ve manevi zararlar yönünden hukuki sorumluluğu gündeme gelir. Aydınlatılmış onam da ispat yükü hekim veya hastaneye aittir. Hekimin hastasını aydınlatma yükümlülüğünün kapsamı, hukuken geçerli bilgilendirmenin usulü hakkında detaylı bilgi için Aydınlatılmış Onam başlıklı makalemizden inceleyebilirsiniz. 

“Davalının ameliyat öncesi muhtemelen hasıl olabilecek sonuç ve komplikasyonlar hakkında hastasını bilgilendirmesi BK.md.357. maddesine göre bir zorunluluktur. Mahkemenin de kabulünde olduğu gibi, dosyaya ibraz edilen onam formu matbu olup, davalı tarafın, davacıyı bu konuda bilgilendirdiği ve gerekçeli açıklamaları yaparak uyardığı hususu ve davacının yeterli derecede aydınlatılıp aydınlatılmadığı, operasyonun komplikasyonlarının bilinmesi halinde dahi bu operasyona davacının rıza gösterip göstermeyeceği konuları dosya içeriği ile anlaşılamamaktadır. O halde bu konudaki davalı delillerinin toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir.” 13. HD. 13.06.2013, 2013/14354-16113

HEKİMİN ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Hekimin hastasına karşı bir diğer yükümlülüğü ise “Dikkat ve Özen Yükümlülüğü” dür. Genel bir sorumluluk olan özen yükümlülüğü kanunda birden çok maddelerde farklı başlıklar altında düzenlenmiştir. Hekim anamnez alma ,teşhis, tedavi süreçlerinin tamamında olduğu gibi muayene, aydınlatma gibi safhalarda da özen yükümlülüğü altındadır. Hekim tüm işlemlerinde tıbbi standartlara, tıp mesleğinin ve etiğinin kurallarına uygun davranmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün ihlali durumunda hekimin cezai sorumluluğu olabileceği gibi tazminat yükümlülüğü de meydana gelir. Yargıtay kararları ile vekalet ilişkisi kapsamında hekimin özen yükümlülüğünün sınırları açıkça çizilmiştir. Şöyle ki; 

•“Vekil vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurunda bile sorumludur. O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir.

Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmak ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören doktor olan vekilden tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, TBK’nun 510/1. maddesi hükmü uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.” (13.HD. 7.11.2013, 2013/23055-27584)

HEKİMİN ANAMNEZ ALMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Hekimin hastasına uygulayacağı tüm tıbbi girişimlerin öncesinde hastalığın tam bir geçmişinin anlaşılması için birtakım sorularak sorarak hastanın öyküsünü alma işlemidir. Hasta öyküsü alınırken hekimin yapacağı bir özensizlik ve hata hastanın zararına sonuçlanabilir. Örneğin, hasta farklı bir hastalığı için ilaç kullanıyorsa ve hekimin hastaya seçtiği ilaç tedavisi ile hastanın kullandığı mevcut ilacın bir arada kullanılması hastanın sağlığı açısından tehlikeliyse, bu durum hastaya zarar verebileceğinden hekimin anamnez alırken özensiz olmasından dolayı tazminat sorumluluğu doğabilir.

HEKİMİN SIR SAKLAMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Hastaların tedavi süreçleri ile ilgili tüm özel bilgilerin saklanmasını talep etme hakkı vardır. Hekiminde sağlık hizmeti vermesi sebebiyle hasta ile ilgili edindiği sırları kimseyle paylaşmama ve hasta mahremiyetine saygı gösterme yükümlülüğü vardır. Hastaların sırlarının ifşa edilerek zarara uğratıldığı durumlarda, hem haksız fiil nedeniyle hem de vekalet ve eser sözleşmelerinin de sadakat ve özen yükümlülüğü hükümlerine aykırılık nedeniyle uğranılan zararın hekime karşı manevi tazminat davası açılarak giderilmesi hakları doğar. 

Hekimler mesleklerine başlarken Hekimlik Andı’nda geçen “hastamın bana açtığı sırları, yaşamını yitirdikten sonra bile gizli tutacağıma …” ifade ile ant içerler. Gerçekten de hekimin sır saklama yükümlülüğü, hastanın vefat etmesi ile bitmeyen devam eden bir yükümlülüktür. 

Hekimlik Meslek Etiği Kuralları 

Madde 9- Hekim, hastasından mesleğini uygularken öğrendiği sırları açıklayamaz. Hastanın ölmesi ya da o hekimle ilişkisinin sona ermesi, hekimin bu yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Hastanın onam vermesi ya da sırrın saklanmasının hasta ya da öteki insanların yaşamını tehlikeye sokması durumunda, hastanın kişilik haklarının zedelenmemesi koşuluyla, hekim bu sırrı saklamakla yükümlü değildir.

Yasal zorunluluk durumlarında hekimin rapor düzenlemesi de, meslek sırrının açıklanması anlamına gelmez. Hekim, tanık ya da bilirkişi olarak mahkemeye çağrıldığında olayın meslek sırrı olduğunu ileri sürerek bu görevlerinden çekilebilir.

HEKİMİN HESAP VERME VE KAYIT TUTMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Hekimlerin BK. MD. 508 de belirtilen “Vekil, vekâlet verenin istemi üzerine yürüttüğü işin hesabını vermek ve vekâletle ilişkili olarak aldıklarını vekâlet verene vermekle yükümlüdür.” İfadeleri gereği yürüttükleri işler ile ilgili hesap verme yükümlülükleri bulunur. 

Hastaların tıbbi kayıtları ile ilgili gereken özeni ve dikkati göstermek, hastaya ait kimlik, tedavi, anamnez, teşhis gibi kayıtların doğruluğundan emin olmak, kayıtların tarih ve saat bilgisi içermesi önemlidir. Bu kayıtlar aynı zamanda kişisel veri niteliğinde olduğundan kayıtların gizliliği önemlidir. Bu kayıtların gizliliğini ihlal durumunda veya kayıtların hiç tutulması, özensiz eksik tutulması, arşivlenme süresinden önce arşivden silinmesi durumlarında, bu kusurlardan dolayı hasta bir zarar görmüşse o zaman hekimin tazmin sorumluluğu gündeme gelecektir. 

Bu kapsamda özellikle acil durumlarda başka bir sağlık kuruluşuna veya hekime sevk edilen hastaların veya sağlık kuruluşundan taburcu olan hastaların, tüm teşhis ve tedavi süreciyle ilgili bilgilerini içeren bir epikriz raporu düzenlenir ve hastaya verilir. Bu bilgilendirici nitelikte belge sayesinde hastanın sevk edildiği hekim veya ileride tekrar karşılaşacağı bir rahatsızlık durumunda gideceği hekim, hastanın hızlıca geçmişte nasıl bir teşhise ve tedavi sürecinden geçtiğinden haberdar olarak daha hızlı ve etkin sağlık hizmetlerini yürütür. Bu nedenle hastanın epikriz raporunun kayıt altına alınması hastanın sağlık güvenliği açısından çok önemlidir.

HEKİMİN KONSÜLTASYON YÜKÜMLÜLÜLÜĞÜ

Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 18. Maddesinde “Hekim tıbbi görevlerini yerine getirirken, gecikmenin hasta yaşamını tehdit edebileceği zorunlu durumlar dışında özel bilgi, beceri gerektiren bir girişimde bulunamaz.” Belirtilmiştir. Hekimin hastasını tedavi ederken, kendi uzmanlık alanına girmeyen farklı bir bilim dalında uzman bir hekimden görüş alarak iş birliği içerisine girmesi gerekebilir. Bu durumda hekim konsültasyon talebini hastaya belirtir, veya bazı durumlarda da hasta hekimden talep eder. Zorunluluk içeren durumlarda hasta için konsültasyon talebinde bulunmayan, hastanın bu konudaki talebini kabul etmeyen veya kendisine konsültan sıfatıyla danışıldığında görevini yerine getirmeyen hekim kusurlu sayılacağından hastanın bu durum yüzünden uğradığı zararlar malpraktis davası ile hekimden tazmin edilebilir.

MALPRAKTİS DAVASININ YASAL DAYANAĞI

Hasta-hekim arasındaki hukuki ilişki, özel hukuk çerçevesinde 4 farklı görünüm kazanır. Ve bu 4 farklı görünüm nedeniyle açılacak davanın yasal dayanağı, husumetin yöneltileceği kişi veya kurumlar, sorumluluk hükümleri ve ispat yükü açısından farklılıklar içerir. Hekimin tıbbı kötü uygulaması(malpraktis) nedeniyle, doktor hatası tazminat sorumluluğuna gidilen davaların yasal dayanağını oluşturan hukuki ilişki çeşitleri şunlar olabilir: Sözleşmesel ilişkiden kaynaklı sorumluluk , haksız fiil sorumluluğu, vekaletsiz iş görme ve idarenin hizmet kusuru. 

1-HEKİMİN SÖZLEŞMESEL SORUMLULUĞU 

Bağımsız çalışan doktora başvuran hasta ile hekimin hak ve yükümlülüklerinin değerlendirilmesi konusunda yaygın olan görüş sözleşmeden kaynaklı sorumluluk olduğu yönündedir. Öğretide sözleşmenin ismi hekimlik sözleşmesi olarak geçerken, sözleşmenin türü bakımından da uygulanan tıbbi müdahalenin niteliğine göre ikili bir ayrıma gidilmiştir. 

VEKALET SÖZLEŞMESİ: Borçlar Kanunu md. 502 “Vekâlete ilişkin hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, bu Kanunda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanır.” İfadesi ile hasta ile hekim arasında teşhis ve tedavi maksatlı kurulan sözleşmesel ilişkinin hak ve yükümlülükleri “Vekalet Sözleşmesi” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılır. 

•Vekalet ilişkisinde doktor, görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. (13.HD. 3.3.2016, 2015/8692 - 2016/6591) 

•Doktor hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa tereddüt doğuran durumlarda da bu tereddütünü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarına titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil (doktor) Kanunun 394/1. Maddesi hükmü uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. (13.HD. 27.3.2012, 2011/9457 2012/8303) 

ESER SÖZLEŞMESİ:Tıbbi uygulamanın estetik kaygılarla yapıldığı estetik girişimlerinde ise; hasta ile hekim arasında kurulan, hak ve sorumluluklar çerçevesini çizen sözleşmenin türü Borçlar Kanunu md. 470 de düzenlenen “yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Şeklinde ifade edilen “Eser Sözleşmesi” hükümleri olarak kabul edilir. Eser sözleşmesi kapsamındaki hasta doktor ilişkilerinde, hasta iş sahibi; doktor ise yüklenici konumundadır. Eser sözleşmesi ilişkilerinde doktorun hastaya tedavi sonucunun başarısı konusunda garanti vermesi söz konuyken vekalet sözleşmesi ilişkilerinde doktor herhangi bir kusuru ve özensizliği bulunmadığı tedavilerin salt başarısız sonuçlanmasından sorumlu tutulamaz. Hasta ile doktor arasındaki hukuki ilişkinin eser sözleşmesinden kaynaklandığı durumlarda da, doktorun tıbbi uygulamasını yaparken özen ve dikkat yükümlülüğüne riayet ederek, tıbbın geldiği son teknoloji ve mesleki kurallara uygun olmasını gözetmelidir. Aksi durumda yani doktor tıp biliminin kurallarını yanlış veya eksik uygulamışsa ve özen borcuna aykırı davranmışsa mesleki hatasından dolayı sorumluluğuna gidilebilecektir. 

 •Bir Yargıtay kararı ile daha iyi anlaşılacağı düşüncesiyle; “ Davada dayanılan maddî olgu, buruna estetik ameliyat yapılmak suretiyle, istenilen ve kararlaştırılan biçim ve şekle uygun güzel bir görünüm kazandırılmasıdır. Bu olgudan hareket edildiğinde, böyle bir sözleşmede sonucun ortaya çıkması yönünden teminat verilerek borç altına girildiği, diğer bir anlatımla belli bir sonucun elde edilmesinin kararlaştırıldığı kuşku ve duraksamaya yer olmayacak şekilde açıktır. O nedenle, bu tip sözleşmenin eser sözleşmesi olarak kabul edilmesinin, hâlin icaplarına ve tarafların iradesine uygun düşeceğinin kabul edilmesi gerekir. Bu sözleşmedeki yükümlülük, vekâlet sözleşmesinin konusunu oluşturan bir iş görme niteliğinde değildir. Çünkü, burada vekâlet akdindeki unsurların aksine, çalışma sonunda, istenilen belli bir sonucun mutlaka elde edilmesi amacı güdülmektedir.” (Y. 13. HD., 5.4.1993 T., E. 131, K. 2741 ) 

SÖZLEŞMESEL SORUMLULUKTA İSPAT YÜKÜ 

YHGK kararına göre, doktorun sözleşmeye aykırı tıbbi müdahalesini, bu müdahalenin hastada zarar oluşturduğunu ve zarar ile doktorun tıbbi müdahalesi arasındaki nedensellik bağını hasta ispatla yükümlüdür. Eğer doktorun sözleşmeye aykırı müdahalesinin varlığı hasta tarafından kanıtlanırsa, doktor ancak bu sözleşmeye aykırı fiilinde kusurunun olmadığını ispat ederse sorumluluktan kurtulabilir. 

2-HEKİMİN HAKSIZ FİİL SORUMLULUĞU 

Kişi kusurlu ve hukuka aykırı fiili neticesinde verdiği zararı tazminle sorumludur. Hukuka veya ahlaka aykırı bir fiil ile verilen zararın tazmini haksız fiil hükümleri kapsamında Borçlar Kanunu madde 49 ve devamında düzenlenmiştir. Hekimin tıbbi müdahalede bulunurken vekalet veya eser sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlali durumunda hastaya zarar veren fiili yani kusuru aynı zamanda haksız fiil hükümlerine aykırılık anlamındadır. Dolayısıyla daha önce de izah ettiğimiz gibi hastanın uğradığı zararın tazmini için hekimin sözleşmesel hukuki sorumluluğuna gidilebileceği gibi haksız fiil sorumluluğuna da gidilebilir. 

Bazı durumlarda hekimle hasta arasındaki ilişki hiçbir sözleşme ilişkisi bulunmaz. Bu durumlarda da malpraktis nedeniyle tazminat talep edilirken haksız fiil hükümlerine göre dava açılır. 

Ölen hastanın yakınları tarafından açılan destekten yoksun kalma tazminatı davasında da yine haksız fiil hükümlerine dayanılır. 

Haksız fiil hükümleri gereği, hekime karşı tazminat davası açan hasta, hekimin haksız fiili nedeniyle zarara uğradığını ve zarar ile hekimin haksız fiili arasındaki nedensellik bağını ispatla yükümlüdür. Hekim ise ancak kusurunun olmadığını ispat ettiği taktirde sorumluluktan kurtulacaktır. 

3-HEKİMİN VEKALETSİZ İŞ GÖRME SORUMLULUĞU 

Hekimin vekaletsiz iş görme sorumluluğuna dayanılarak açılacak malpraktis davası, hasta ile hekim arasında herhangi bir sözleşmesel ilişkinin kurulmadığı durumlarda hastanın menfaati için hekimin acil olarak tıbbi müdahalede bulunması gereken hallerde gündeme gelebilir. Vekaletsiz iş görme ilişkisinde hekimin hastanın menfaati için acil tıbbi müdahalede bulunması gerekir fakat hastanın bilinci yerinde olmadığından tıbbi müdahale önce rızasını alamaz. Örneğin, ameliyat esnasında hastanın bilinci kapalıyken ameliyatın genişletilmesinin hasta menfaati için gerekli olduğu hallerde veya trafik kazası geçiren hastanın iradesi dışında yanına getirildiği hekimin müdahalesi vekaletsiz iş görme sorumluluğu hükümlerine tabidir.

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi md. 3 

“Tabip, vazifesi ve ihtisası ne olursa olsun, gerekli bakımın sağlanamadığı acil vakalarda, mücbir sebep olmadıkça ilk yardımda bulunur./Diş tabibi de, kendi sahasında aynı mükellefiyete tabidir.” Şeklindeki ifadeyle acil durumlarda hekimin müdahalede bulunma zorunluluğu düzenlenmiştir. 

Bu yükümlülük gereği müdahalede bulunan hekimin vekaletsiz iş görme hükümlerine göre sorumluluğu belirlenir. Vekaletsiz iş görme hükümleri Borçlar Kanunu’nda şöyle düzenlenmiştir; 

BK. MADDE 526- “Vekâleti olmaksızın başkasının hesabına işgören, o işi sahibinin menfaatine ve varsayılan iradesine uygun olarak görmekle yükümlüdür.” 

BK. MADDE 527- “Vekâletsiz işgören, her türlü ihmalinden sorumludur. Ancak, işgören bu işi, işsahibinin karşılaştığı zararı veya zarar tehlikesini gidermek üzere yapmışsa, sorumluluğu daha hafif olarak değerlendirilir.

İşgören, işsahibinin açıkça veya örtülü olarak yasaklamış olmasına karşın bu işi yapmışsa ve işsahibinin yasaklaması da hukuka veya ahlaka aykırı değilse, beklenmedik hâlden de sorumlu olur. Ancak, işgören o işi yapmamış olsaydı bile, bu zararın beklenmedik hâl sonucunda gerçekleşeceğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur.” 

•Hastanın rızasının kapsamı dışında ameliyatın genişletilmesi nedeniyle hekime açılan bir tazminat davası vakasında; 

Hasta böbrek taşını aldırmak üzere ameliyat olurken, hekimin böbreğinin tamamını alması nedeniyle uğradığı üzüntü neticesinde manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Yargıtay kararında ise hastanın tazminat talepleri reddedilmiştir. Kararda; 

“Davacının böbreğindeki taşı almak için yapılan ameliyata, böbreğin arz ettiği iltihabi durum karşısında; ameliyata tevessülün (taşın alınması) davacının sağlığını tehlikeye koyacağı, böbreğin alınmasının tıbbi bir zaruret neticesi olduğu, normal ve gerekli olanın yapılmış bulunduğuna,

Böbrek alma keyfiyetinde davalıya, atfı kabil bir kusur bulunmadığı gibi, böbreğin alınmasının kesin bir zararı ifade etmediği, yaranın kapatılıp izin istihsaliyle, ikinci bir ameliyata geçilmesinin sağlık bakımından sakıncalı görüldüğü ve bu durumda tıbbın gerektirdiği şekilde hareket edilmiş bulunulmasına göre; davalı doktorun sorumlu olmadığına ve açılan bu manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir” şeklinde ifade edilmiştir.

MALPRAKTİS DAVA ŞARTLARI

Doktor hatası nedeniyle dava açmak için Borçlar Kanunu kapsamında sözleşmeden kaynaklanan borç ilişkilerindeki sorumluluk şartlarının gerçekleşmesi gerekir.

•HUKUKEN GEÇERLİ SÖZLEŞMENİN VARLIĞI : Öncelikle hekim ile hasta arasında hukuken geçerli bir sözleşmenin bulunması gerekir. Hukuken geçerli bir sözleşmenin varlığı doktora dava açarak hukuki sorumluluğuna gidebilmenin ilk şartıdır.

•SÖZLEŞMEYE AYKIRI FİİL : Hekimin aralarında sözleşmesel ilişki bulunduğu hastasına tıbbi uygulamada bulunurken sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerinden birine aykırı davranarak hastanın haklarının maddi veya manevi zarara uğratmış olması gerekir.

•ZARAR: Zarar ile kastedilen maddi veya manevi zarar olabilir. Hekimin sözleşmeye aykırı tıbbi hatası sonucunda; hastanın mal varlığındaki eksilmeler nedeniyle maddi zarar, hastanın elem ve ıstırap duyması nedeniyle de manevi zararın tazmini gündeme gelir. Hastanın maddi veya manevi zarara uğramış olması, doktordan malpraktis iddiası ile tazminat talebinde bulunmanın ikinci şartıdır. 

•KUSUR: Doktora yüklenebilecek kusurun varlığı gerekir. 

•İLLİYET BAĞI : Hekimin tazminat sorumluluğuna gidilebilmesi için aranan diğer bir şart ise, hastanın uğradığı zarar ile hekimin tıbbi uygulama hatası arasında nedensellik yani illiyet bağının mevcut olması gerekliliğidir.

DOKTOR HATASI TAZMİNAT GÖREVLİ MAHKEME

Doktor hatası nedeniyle serbest çalışan hekimlere karşı açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında, hasta ile hekim arasındaki ilişkinin kaynağı ister vekalet ister eser sözleşmesi olsun, görevli mahkeme Tüketici Mahkemeleridir. Aynı zamanda özel hastanelere açılacak doktor hatası tazminat davaları da Tüketici mahkemelerinde açılır. Kamu çalışanı olan hekimler açısından ise kurum aleyhine dava açılacağından, İdare mahkemeleri görevli olacaktır.

DOKTOR HATASI TAZMİNAT YETKİLİ MAHKEME

Doktor hatası nedeniyle serbest çalışan hekimlere karşı açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında, genel yetkili mahkeme olan davanın açıldığı tarihteki davalının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Genel yetkili mahkeme haricinde HMK Md. 10 gereği, “Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.” Haksız fiilden kaynaklanan davalarda HMK Md. 16 gereğince, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.

DOKTOR HATASI TAZMİNAT ZAMANAŞIMI

Doktor hatası nedeniyle serbest çalışan hekimlere karşı açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında, alacak vekalet sözleşmesi veya eser sözleşmesi ilişkisine dayanıyorsa Borçlar Kanunu Md. 147/5 hükmü gereği 5 yıllık zamanaşımı söz konusudur. Eser sözleşmesine dayanan tazminat alacaklarında Borçlar Kanunu Md. 478 gereği, hekimin ağır kusuru varsa tıbbi hatanın niteliğine bakılmaksızın 20 yıllık zamanaşımına tabidir.